Telefon faturası biraz kabarık gelmişti bu ay. Her ay iletişime bunca para yatırırken hafiften sinirleniyordu. Niçin kendimi biraz daha kontrol edemiyorum, diye kısa bir kızgınlık nöbeti geçiriyordu.

Düşündü bir an, neden bu kadar çok geliyordu faturalar? Yaptıkları aklına gelince memnun memnun gülümsedi ve dudaklarında "Rabbim kabul eder inşallah" dedi. Yeryüzü Doktorları (YYD) bir mesaj göndermişti. 6612 yazdı ve gerekli yardımı oradan otomatik olarak göndermişti.

Sonra bir Cuma vaktinde vaiz sohbetini bitirirken Diyanet Vakfının "Yemen'e Sessiz Kalma" başlığı altında açtığı kampanyadan bahsetmişti. 5601'e YEMEN yazıp gönder tuşuna basmıştı. İnsanlığın ölmediğini ve bir Müslüman olarak yapması gereken yardımları ardı ardına yapmaktan çok memnundu.

21. yüzyılda Müslümanların, Müslümanlara yaptığı bu zulüm bu kadar mı kötü olur? Paylaşılmayan nedir? Onlarca insan ölecek, binlercesi evsiz barksız kalacak sonra da herkes "pardon, ufak bir yanlışlık oldu" dercesine sen yoluna ben yoluma deyip bir şey olmamış gibi devam edecekler.

Ahh ki ne ahhh... Kafasız Müslümanlar... Kafasını kiraya vermiş zavallı Müslümanlar. Kafirlerin elinde oyuncak olmuş, onların emriyle yatıyor, onların emriyle kalkıyor. Ne zaman düştüğü yerden kalkacak da etrafına bakacak? Kim gerçek dost, kim yalancı!!! Ne zaman fark edecek acaba?

Medeniyetin zirve yaptığı modern çağlardan geçiyoruz. İnsanlık dünyanın her yerinde can çekiştirmektedir. Bu sıkıntılar mazlumların ensesinde boza pişirmekte olduğunun en açık göstergesindir.

Bu düşüncelere dalıp giderken İnegöl Belediyesinin toplu taşıma araçlarının arkasında İHH'nın verdiği reklamı gördü. Kaburga kemikleri tek tek sayılan, ufak, esmer tenli, bir çocuk resmi. Gözlerinin karası bir tarafa kaymış sağ omzu üzerine uzanmış mı yoksa yıkılmış mı bilinmez bir sabi... Elini açmış, yardım bekler bir haldeydi. Adam otobüsün ardından bu çocukla göz göze geldi. Kendisinden yardım isteyen bir çocuk gözlerinin içine içine bakıyordu..

Her akşam evine dönerken evladına aldığı çikolatalardan birkaçını onun için saklamayı düşündü. Lakin bu çok uzak göründü ona. Sonra telefonunu çıkardı 3270'e de YEMEN yazdı ve gönderdi. Anında "bağışını vakfımıza ulaşmıştır, teşekkür ederiz" mesajı döndü. Tabii yaptığı çok büyük bir iş değildi. Ancak vergi ayında bulundukları için elinin dar olduğunu bu zamanlarda bile böylesi ufak yardımlardan elini çekmeyeceğini biliyordu.

Hem yıllar önce dinlemişti Efendimiz (sav)'den; "Gerçek iyilik; malından çokça verilen değil, yokken verilendir." Sen muhtaçsın o mala ve o malı din kardeşinin gerçek bir ihtiyacı için infak ediyorsun. Ne büyük bir davranış örneği...

Halk otobüsü hala önünde gidiyor, o da onun ardından sürüyordu arabasını ağır ağır. Hayır hasenat yapmak ne güzel bir ahlak idi. Kazandığı paranın kendisini helal olması için fakirin, muhtaçların ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğini okumuştu kitaplardan.

Hele son aylarda rahmetli olan ve musalla taşının başına iki cumhurbaşkanını, iki meclis başkanının, bir tarikat büyüğünü, nice bakanı diken o cömert insan Abdullah Tivikli'nin hayatını izleyince cömertliğin ne büyük bir lütuf olduğunu anlamıştı. O güzel insan yurtlar, okullar, fikir ve düşünce kulüpleri kurarak Müslümanlara bu kadar hizmet etmiş ve vasiyetinde oğullarına "sizin ticaretinize Allah'ı da ortak ettim" diyerek, malının üçte birini kurduğu hayır kurumlarının giderleri için vakfettiğini duyunca mest oldu araba süren adam. Yemen için kendisinin yaptığı yardımların adı bile anılmayacağını bildi.

O telefon faturalarına yansıtılan üç beş kuruşun hesabını yapmaktan vazgeçti ve her gelen yardım mesajına cevap vermeye karar verdi. "Ne verirsen elinle o gelir seninle." Öldükten sonra da amel defterinin kapanmaması için elinin de cebinin de açık olması gerektiğini fark etti.