Peygamber aleyhisselam, çocuğuna söz dinletemediğini söyleyip yakınan babaların örneğidir. Allah Teala, onu kadına ve erkeğe örnek olarak gönderdiğini buyuruyor.

Bir müminin namazı Resulullah'ın namazına benzerse Allah onu namaz diye kabul ediyor. Hac onun haccına benzerse kabul ediliyor. Şablon odur. Aile çilesi karşısında, siyaset dertlerinde ve toplumun insanlaşması için verilen mücadele esnasında da insan ona benzediği kadar Müslüman olur. O namazın da haccın da orucun da kocalığın ve kadınlığın da evlatlığın da babalığın da örneğidir.

63 yıllık ömrüne 63'ün yüzlerce katı çile sığan ve bütün bunları Allah'ın en sevgili kulu olmasına rağmen yaşayan o Peygamber aleyhisselamı, insanlığın bugünkü kadar anlamaya muhtaç olduğu bir zaman belki hiç yaşanmamıştır. Kendimizi hala psikologların kapısına mahkum hissettiğimiz dünyamızda henüz psikolojin p'sinin olmadığı bir devirde, ölmüş yürekleri hayatla buluşturmuştu.

Kainatın efendisi Resulullah aleyhissalatu vesselam, mübarek vücudundan kanları akar halde şöyle dua etmiş, Rabbine dilekçesini arz etmiştir:

"Allah'ım!

Güçsüz kaldığımı, çaremin tükendiğini, insanların beni hor görmesini Sana şikayet ediyorum.

Ey merhamet edenlerin en merhametlisi,

Sen gerçekten Erhamu'r-rahiminsin. Beni kime bıraktın?

Beni bir yabancının eline mi ittin? Yoksa bana zulmedecek bir düşmanın eline mi saldın beni Allah'ım! Ama ey Rabbim, Senden bana bir gazap gelmesin de ben bu başıma gelenlere razıyım. Yine de Sen bana afiyet verir, beni bu dertlerden kurtarırsan bunu da çok hoş karşılarım.

Ey Rabbim, görevimi yapamadım diye Senden bana bir gazap inecek, başıma bir felaket gelecek olursa ben yine Senin dünyayı ve ahireti aydınlatan yüzünün nuruna sığınırım.

Beni himaye edeceksen Sen edeceksin Allah'ım.

Ey Rabbim! Sen bu görüntüden hoşnut isen benim hiçbir şikayetim yok. Zaten Senden başka da hiçbir güç ve kuvvetim yok Allah'ım."

Dikkat ediniz, şikayet etmiyor. Rabbiyle konuşuyor, serseri çocuklar tarafından taşlanmasını gündemine almıyor da şayet Rabbi razıysa kendisinin de razı olduğunu söylüyor.

Şimdiye kadar psikologlara verecek paramız kadar ona teslim edecek yüreklerimiz çoktan olmalıydı. O zaman acılarımızdan bile zevk alır, daha huzurlu yaşardık.

Bu Peygamber'in, en çok sevilen olduğu halde en çok derde muhatap edilmiş Peygamber'in, ne demek istediğini anlayabilmek için bir süreliğine zihinlerimizi dünyadan uzaklaştırmalı, modern dünyamıza onu etki ettirebildiğimiz kadar Müslüman olabileceğimiz gerçeğini iyi düşünmeliyiz. Nihayetinde onun hayatımıza etkisi, adı anılınca gözyaşı döküyor olmamızla tam olarak ispat edilebilecek bir şey değildir.

Ağlamalar gazımızı çıkarmaktan ibaret seviyede kaldıklarında neticede birer şeytan tuzağıdırlar zaten. Ağlamak yerine dik durup onun hayatından kendi hayatımıza dersler çıkarabilen müminler olmalıyız. Bu ümmetin vazifesi, Resulullah aleyhisselamın mevlidini anlatan şiirleri dinlemekten ibaret değildir. O şiirdir, edebiyattır, tesellidir.

Ümmetin vazifesi, Resulullah'ı önünde lokomotif gibi takip ederek çetin kayaları onunla aşmaktır. Ona ümmet olmamızın sebebi budur. Aişe anamız, Resulullah Efendimiz'e şöyle demiş: "Ya Resulallah, Uhud'da çok eziyet çektin, mübarek dişin yaralandı, vücudundan kan akıyordu. Uhud gününden daha şiddetli bir günün var mı?"

Resulullah aleyhisselam bu soruya şöyle cevap veriyor: "Nasıl olmaz Aişe... Taif'ten dönüşüm hayatımın en zor günüydü. Serseri çocuklara beni taşlattılar, umut için gittiğim dayı çocuklarım Mekkelilerden daha kötü çıktı. Sonra geri dönerken bir ağaç kütüğüne yaslandım da Cebrail gelip bana şöyle dedi: 'Muhammed, şimdi senin çektiğini Allah gördü ve dağları yöneten meleğe emretti; eğer sen bu seni taşlatanlardan intikam almak istiyorsan o melek iki dağ arasında onları ezecek. Bunu istiyor musun?'

O zaman ben ona dedim ki: Yok, öyle olmasın. Bunlar cahil insanlar, bilmiyorlar. Bunlar gider, çocuklarından biri gelir de belki bir gün 'la ilahe illallah' der."