Elhamdülillahi RabbilAlemin Vessalatü vesselamü ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmaiyn.

Kader ve takdir derken meselenin Müslüman olarak itminan içinde bakmamız gereken bir boyutu daha var: "Cenab-ı Hakk bizi bazen acılarla, maddi-manevi sıkıntılarla, yokluklarla, afetlerle, musibetlerle imtihan eder. Bazen varlık imtihan olur, bazen yokluk imtihan olur. Cenab-ı Hakk'a her durumda teslimiyet içinde olmamız lazım. Üzerimize hüküm koyma noktasında mutlak yetki Cenab-ı Hakk'ta ise, hakkımızda ne dilemişse ona "kahrın da hoş lütfun da hoş" teslimiyetiyle boyun eğmemiz lazım. Bir şeyden emin olarak, biz hayatı O'nun muradı istikametinde yaşamaya çalışan insanlarız. O'na teslimiyetimizde bir problem yok, buna mukabil O'ndan gelen her şey baş göz üstüne... Bunu böyle görmemiz lazım. Yoksa biz bihakkın yaşamıyoruz. Kaytarmalarımız çok fazla, sıkıntılarımız, zikzaklarımız çok fazla...Buna mukabil gördüğümüz şeyleri -haşa ve kella- Cenab-ı Hakk'ın bize zulmü olarak anlama yanlışına da düşmememiz lazım. Bu hayati bir hatadır.
Mülk O'nundur dilediğine verir, dilediğinden alır. Dilediğini vezir eder, dilediğini rezil eder. O'nun iradesine teslim olmak ve bu teslimiyette O'nun rızasına ulaşmak; aslolan budur. Dolayısıyla sadece hukuk sistemi olarak değil, hayatın acısıyla, tatlısıyla karşılaştığımız her enstantanesinde, her sahnesinde, her dönemecinde, her aşamasında O'nun hükmüne, takdirine, kazasına razı olarak teslim olmak da ahkamda tevhidin ayrılmaz parçasıdır.

Şimdi ikinci maddenin açılımına geçelim: Allah Teala tektir ve ortağı yoktur. Tevhidin aslı, özü budur. Allah Teala bu tevhidin, gördüğümüz beş boyutu çerçevesinde, bu beş boyutun aynı anda ifade ettiği şekilde tektir. Sayısal olarak değil, tabiri doğruysa nitelik olarak, sıfatları, fiilleri, isimleri, zatı ve hükümleri itibariyle ve bunların hepsinin birden ifade ettiği anlamda tektir. Onun bu tekliği yani tevhid, özellikle günümüzde Suudi Arabistan kaynaklı Vehhabilik hareketine mensup bir takım kimseler tarafından ikili veya üçlü bir kategorizasyon ile anlaşılıyor. Tevhid-i Uluhiyet, Tevhid-i Rububiyet ve Tevhid-i Sıfat şeklinde. Ve gerekçe olarak da şöyle bir arka plana dayanılıyor: Cenab-ı Hakk'ın bir Rububiyet vasfı var, bir de uluhiyet vasfı var. Cenab-ı Hakk'ın Rububiyet vasfı bu alemi yaratması, yağmur yağdırması, tabiat olaylarını idare etmesi, rızık vermesi, öldürmesi, diriltmesi vs. Bu Rububiyet vasfında müşrikler bile Cenab-ı Hakk'a iman ederler. Nitekim "Şüphesiz onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler." (18) mealindeki ayetten ve benzeri muhtevadaki ayetlerden hareketle İbn Teymiyye'den bu yana tevhid ikili sistemde anlatılır hale geldi. Tevhid-i Uluhiyet ve Tevhid-i Rububiyet. Bu ayet bize şunu anlatıyor: Müşriklere, gökleri kimler yarattı diye sorsak, "Allah" derler. Bu onların tevhid-i rububiyete inandıklarını gösteriyor. Rab olarak Allah'tan başka varlık tanımıyor müşrikler. Fakat ilahlık konusunda problemleri var. Allah'tan başkasına kulluk ediyorlar. Buradan da şu meseleye geçiş yapıyorlar; Allah'tan başka varlıklardan yardım istemek, başka varlıkları Allah'tan bir şey isterken araya koymak, yani tevessülde bulunmak veya başka varlıklardan yardım istemek, imdat istemek, medet istemek tevhid-i uluhiyeti ihlal eden şeylerdir. Bu noktada tevhid ihlal edildiği zaman rububiyet tevhidinin de bir anlamı kalmaz. Çünkü uluhiyet tevhidi, rububiyet tevhidini de ihata edendir. Uluhiyet tevhidinde bir arıza, ihlal olduğunda rububiyet tevhidinin bir anlamı olmaz. Dolayısıyla müşriklere sorsanız "Allah" cevabını alırsınız fakat bunlar Allah'tan başkasına kulluk ettikleri için müşriktir.(1) Fi emanillah. (Devam Edecek)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

  1. Ehli Sünnet Akaidi Muhtasar Tahavi Akidesi Şerhi (Ebubekir Sifil)