"Şu İslam coğrafyasına bir bak hep Müslümanlar birbiri ile savaşmış ve savaşıyor" dediğinde kalın gözlüklü dost, itiraz edesim geldi hemen. Çünkü dayanamıyorum sürekli Müslümanları kötüleyen cümleleri işitmeye. Aslında öyle değil midir hali hazırdaki manzara?

"Kim ne ederse etsin, kendisine eder. Aldatan suçludur belki ama aldatılan daha da suçlu. Herkes vazifesini yapıyor" gibi ilkesel cümleler duyduğumda derin bir tembellik hissinin acısı yüreğime çöker. Kafir kafirliğini yapacak. Zalim de zalimliğini. Mevlana Celalettin-i Rumi asırlar önce birkaç dizesinde söylemiş bunlar. "Erkek aslan dilediğini yapar dilediğini/köpek de köpekliğini ededurur köpekliğini"

Müslümanların birbiri ile yaptıkları savaşta bir kafirin, bir batılının(İngiliz'in) parmağını görmeyen var mıdır acaba? Mikser gibi Müslümanların inançlarını, duygularını, düşüncelerini karıştırarak birbirine düşürmek tıynetinde var zalimlerin. Kendi zaferini Müslümanların mağlubiyetine bağlamışlardır.

Müslümanların gafleti affedilecek bir şey değildir. Zaten Sünnetullah gereği de affedilmiyor. Rabbimiz Müslümanlara dünya hayatında torpil geçmiyor. "Kişiye gayretinin karşılığı vardır" derken "çalışana veririm" diyor bir ilahi emirde.

Müslümanların en büyük ihtiyacı siyasi alanda güvendiği ve ardından gideceği kıymetli bir liderdir. Lider, vücuttaki baş gibidir. Tespihin imamesini kopunca dağılan taneler gibi dağılmış bir toplumu toplayacak şey canlı ve güçlü bir liderdir. Fikir var, düşünce var, inanç var lakin millet fertlerini, gür sedası etrafında toplayacak lideriniz yoksa dağılıp gitmek kaderinizdir artık. Hatta, daha kötüsü inandığınız kitabın bir sahifesindeki ayete dayanarak elinizi kana boyarken diğer Müslüman da arka sayfadaki bir ayetten esinlenerek sana karşı durabilir. Aynı kitabın hükümlerini bu kadar iyi bileceksin ve Müslüman kardeşinin boynunu vuracaksın, olacak şey midir bu? Lidere güven bu sorunları da derinden derine çözer, sanırım.

Alimlerle, İslami ilimleri yaşatan Rabbimiz; hafızlarla, Kur'an'ı koruyorsa, güçlü bir liderle Müslümanları yeryüzüne hakim kılabilir. "Savaşa çıktığınızda bir kısmınız geri kalsın(alimler), onlar (savaşanlar) geri döndüklerinde dinlerini onlara anlatsınlar" mealindeki ayet bize savaş halinin insanın bir yönünü törpülediğini bildiriyor. Sivile ayak uydurmak için terapiye büyük ihtiyaç var.

Güneyimizde İslami alametleri bayraklaştırarak savaşanlar yıllardır savaşıyor. Bu savaşçıların(!) kafalarında Anadolu insanı/lideri, hükümeti mürtettirler (İslam dininden çıkmışlardır) Bunu kabul ettirdiğinizde mürtedin hükmünü çok iyi(!) bildiklerinden gerekeni de yapacaklardır siyah giysililer. Asker kafası emirle çalışır, ilimle değil. Böyle kafalara, dar bilgi sahibi adamları "allame" diye tanıtmak da mümkün. Bunlar her akşam internete girip haber okumazlar ki, günlük gazete ve aylık dergilere de abone değildirler.

Durum böyle olunca, İslami konularda ilk duyduğuna, derinden bağlanan insanların başka doğruları alacak kafası kalmaz. Mukayese etme imkanı yeterli değildir. Başka Müslümanlar da onlar için tehlikeli olabilirler. Sadece bizim olanı oku, sadece bizim olanı dinle, sadece bizzz... Şahsi nefsin güdümünden kutulan zavallılar "biz" haline gelmiş grubun nefsinden kurtulamaz. "Bizim gibi olanlar var, onlar "biz"den sayılmıyorlar mı?" diye sorsalar bile cevap gelmeyebilir çoğu kez.

Allah kitapta "Müslüman" ismini layık görmüş ve bizi birbirimize "kardeş kılmışken", büyük ve ağır gelmiş bu tabir, küçültmüşsüz. "Biz" deyince tüm Müslümanlar değil de, hocamın dersine katılan, şeyhimden el alan, liderimin konuşmalarından başkasını dilemeyenleri kast eder olmuşuz. Bu sosyolojik ayrımlar mümkün ve normal iken, kavga etmenin, hor görmenin en temel sebebine dönüşmüş dar zihinlerde.

Bir öğrencim internette izlediği videoyu paylaşırken ağzından tükürükler saçarak konuşuyordu. "Sizin dürüst bildiğiniz, dindar dediğiniz Müslüman Türkler ile, kafir dediğiniz, zalim dediğiniz Amerikalılardan on kişi arasında bir çalışma yapılmış. "Yere bırakılan para dolu cüzdanı alanlar bakalım ne yapacaklar?" Yabancıların sekizi yetkililere teslim ederken biz de ise iki kişi yetkililere teslim ediyor" demişti.

Üzüldüm ama batıla vurmanın bir imkanı açıldı gözlerimin önünde. "Bak oğlum bu günkü Türk toplumu batının müsveddesi sayılacak davranışları örnek almaya çalışan, taklitçi bir toplum olmuş. Ancak ben sana Osmanlının son zamanlarında bir Fransız tarihçinin hatıralarından bahsedeyim. İstanbul'da sahilde gezerken elindeki para kesesini düşürür denize. Civardaki yeniçeriler bir bir suya atlar ve kesenin tamamını sayarlar adamın avuna. Adam şu notu düşer tarihe "bu bir altın için Paris'te bir çocuk gözünü kırpmadan babasını bile öldürebilir."

İşte batının öncülük ettiği Türk toplumu ile İslam kültürüyle yoğrulmuş Türk toplumu. Başa dönelim

savaşan müminlerin muhakkak bir tarafında batılılar vardır. Onları görmek için basiret gözüne ihtiyaç vardır ves-selam...