İstanbul'da aşk bir başkadır... İstanbul'a aşık olmak da başkadır.

"Bir semtini sevmek bir ömre bedel" diyen Yahya Kemal'i anlamaya çalışmaktır İstanbul'u sevmek...


"Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar" buyuran Necip Fazıl gibi hissetmektir İstanbul'u sevmek...


Annesinin yarenliğini İstanbul diyarında köşe bucak soluyan genç, yazmak için aşk dedi sustu... İstanbul dedi sukuta gömüldü...


Gözlerini kapadı dinledi Orhan Veli gibi İstanbul'u yazacaktı belki de...


İstanbul'a erken yaşlarımda tek başına hiç gitmedim, dediğinde üç dört yıldır sabah gidip gece dönüyordu. Hocasıyla, dostlarıyla görüşmek mest ediyordu ruhunu.
"Aç kal İstanbul'da kal" gibi bir şiirsel cümle kurguladığında İstanbul methiyesi söylemeden edemezdi.


"Bir taşına İran ülkesini feda olsun" diyen 17. yüzyıl Divan şairlerinde Nedim'in diğer beyitleri hücum ederdi zihnine.


Ardında İstanbul aşığı Yahya Kemal'in nüktesini düşünürdü. Hani Paşa demiş ya; "-Ankara mı, İstanbul mu diye"... Şair iki defa "İstanbul" demiş. Sonra Paşa: "Ankara'nın hiç mi güzel tarafı yok." Şair zekasını sergilemiş "-Olmaz mı Efendim olmaz mı...İstanbul'a dönüşü güzel." Demiş.


Üniversite yıllarında gelmek istemediği İstanbul gezisine "kütüphaneleri de geleceğiz" ayrıntısı dikkatini çekmişti... Mecbur katlanacaktı bu garip geziye.
Hatırlıyordu o günleri inancının filizlendiği o bereketli zamanlardı...

Umduğu ile bulduğu arasındaki fark bu kadar büyük olabilir miydi?
Aslında İstanbul buydu işte....Bu kadar büyük, bu kadar derin farkları bir arada tutan bir kültür hazinesidir.

İstanbul'u memleketinin duygusal kalbi olarak bilirdi. Her türlü kültürel etkinlik orada gerçekleşirdi öncelikle. Oradaki insanlar bir "Anadolu'dan" bahsederlerdi. Öncü ve güçlü düşünür bir şehirdi İstanbul.

Süleymaniye ve Fatih Camilerinin civarında eğleşmediği ziyaretlerini İstanbul'a gitmiş kabul etmezdi. Diğer yerler Bursa'da da vardı, her yerde de...

Hele İstanbul'a gelip de kısa vakitlerini büyük alışveriş mağazalarında öldüren kapitalizmin yorgun kölelerine acırdı.

Bir diriliş olacaksa bu İstanbul'dan olmalıydı. Dirilişin şairi de oradan seslenirdi memleketin ve dünyanın diğer kentlerine...

İstanbul sevgisi ve onun güzelliği için onca şair bunca şiir sıralanabilirdi. Lakin Tevfik Fikret'in "Sis" şiirine sadece işaret edelim. Ve bilelim ki bir insanın ruhu karamsar olursa, siyasi olayların etkisine kapılıp rüzgarlarında savrulursa meleği şeytan gibi görebilir. Fevri döner ve Hakla-Batılı ayıramaz.

Nedim der ki; "Cennet, acaba altında mıdır üstünde midir?" Necip Fazıl da "Rüyalar onda onda kavuşmuş visale" der.

Daha neler söyleyelim ki:

Hele bir şair de, "Eyfel kulesini niçin yüksek yapmışlar?" diye sorduktan sonra "İstanbul'u seyretmek için" diye cevaplar satırlarında.

Gönlümüzün şehri, şehirlerin gönlü İstanbul... Kelimelerin yolu bugün İstanbul'a düştü...

Selam olsun İstanbul aşıklarına demek son söz olsun ve's-selam...