“Rüyalarla dolu bir kitap” diyebilirim. Yazarın gördüğü bir rüya ile başlayıp kahramanların hüzünleriyle, aşklarıyla buluşan ve onların kalplerine kadar inen betimlemelere sahip.
Kitabın ilk cümlesi “paragraf” denilebilecek uzunlukta, üstelik diğer cümlelerin de aşağı kalır yanı yok. Okurken uzun cümlelerden zevk aldığımı fark ettim bu kitapla. Belki de İskender Pala’nın (sizin deyiminizle ) kalemşörlüğünden kaynaklanıyordur.
İyi bir kurgusu var, “Gerçekten böyle mi olmuş?” dedirtiyor, araştırma istediği uyandırıyor insanın içinde. Okurken “Bu adam nereden biliyor bu kadar şeyi ?’’ diyorum. Belki de ne kadar iyi yazdığını ispat etmek için değil de ne kadar bildiğini sergilemek için yazmıştır. Sonra kitabın içindeki kurguya, cümlelerdeki kelimelerin özenle seçilmiş olmasına bakınca her ikisinin aynı kalemle izdivacı beni bir kere daha hayrete düşürüyor. Peki diyorum, bu satırları okuyanlar da mahrum kalmasın kitabımızdan:
Okuduğum kadarıyla İskender Pala, rüyasında bu kitabı yazması gerektiğini görüyor. Bu rüyada Babil’ in Asma Bahçeleri’nden ve burada “aşkı bilenler için yedi gerçek sır”dan bahsediliyor. Sonra bu sırları Fuzuli’nin bildiğini fısıldıyor rüyasına giren bilge rahip Akeldan. Bunun üzerine tozlu raflardaki tarih yazmalarını karıştırmaya başlıyor yazarımız.
Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan Muhteşem Süleyman’nın Bağdat’ı fethettiği tarihlerde geçiyor hikayemiz. Bağdat’a girildiği gün divan edebiyatımızın baş şairi olan “şuara takımından” Fuzuli, Bağdat’ın eski kütüphanelerinden birinde araştırmalarına devam ediyor. Sıradan bir yer değil burası, Bağdat Cemiyeti’nin en önemli emaneti olan hançeri saklıyor bünyesinde. Üstelik bu hançerin üzerindeki şifreleri çözen kişi bu cemiyetin ilk üyelerinin bütün hazinesine sahip olacak. Bu hançer, yaşlı kütüphane görevlisine kadar gelmiş ve o vakte kadar özenle muhafaza edilmiş. Bu durumdan haberi olanların hepsi bu hançerin ve içindeki şifrenin peşindeymiş.
Sultan Süleyman’ın bu hançeri almak için hafiyelerini gönderir. Bu sırada durumu önceden tahmin eden yaşlı adam yüzüğündeki zehri içer. Ancak intihar etmeden önce hançeri gizlice Fuzuli’ye emanet eder.
Ve’l-hasılı kelam Fuzuli yani Hilleli Mehmet Efendi, sırlarla dolu bir dünyanın içine gireli çok olmamışken yaşlı adamdan aldığı kitaplar üzerinde geniş çaplı bir araştırma yapıyor ve hançere saklanan sırrı çözüyor. Üstelik bu sırrı baş yapıtı olan Leyla ve Mecnun’a yerleştiriyor.
Farklı bir şifreleme tekniği olan yazarın elli sayfa boyunca anlattığı bu şifreleme yöntemini birkaç satırda yazmaya çalışırsam işler karışacağından bunu okuyarak çözmenizi tavsiye ediyorum.
Kitabın geri kalanında hazinenin peşinde olanlar, kitabın da peşine düşüyorlar tabii. Çünkü nasıl oluyorsa şifrenin kitaba işlendiğini öğreniyorlar. Daha sonra kitap Fuzuli ile dost olan bir vali tarafından Kanuni’ye hediye ediliyor. Böylece Hilleli Mehmet Efendi maaşa bağlanıyor.
Bir şeyi de söylemeden geçemeyeceğim. Olayların geri kalanı Leyla ve Mecnun’un orijinal haliyle kullanılan bir parşömen kağıdı ağzından anlatılıyor. Ayrıca bu kağıda ilahi bakış açışı ihsan edilmiş. Kağıt hiç konuşur mu, demeyin. Eşyaların da ruhu olduğunu savunan bir yazarla karşı karşıyayız. Üstelik bu kağıda Mecnun olmak gibi bir mana da yüklüyor İskender Pala.
Bu arada bizi böyle esrarlı bir kitapla tanıştıran İskender Pala’ya ve bu kitabı hediye ederken karşılığında benden yedi sırrı isteyen arkadaşıma selam olsun..

Mayzer Hamit