Yediği, içtiği ve gezdiği yerleri sosyal medyada yayınlamayan adam yapıp ettiklerini yazıyor ve yerel bir gazetede yayımlıyordu. Çünkü "görüntü" mırıldanırken "yazı" konuşurdu ve bu anlaşılmaya daha elverişliydi.

Son günlerde lise çağlarının en güzel günlerini yaşayan yeğeninin yardımıyla babadan miras kalan bahçeyi temizliyordu. Kendi işlerinin patronu gibi istedikleri zaman ellerine kazma kürek alıp temizlenecek ne varsa sırayla temizliyorlardı. İlk günlerde bahçenin herhangi bir yerinde filiz vermiş olan incir ağacının dallarını temizlediler. Meyvesi dışarıdan olgun gibi görünen fakat için kurumuş incirler, ciğerleri duman dolu insan benziyordu. Sağlam görünüp içinde bin bir hastalığı barından bir insan gibi...

Elindeki testereyi ileri-geri sürtüp bir çırpıda kesiyordu dalları... Yumuşak bir ağaçtı incir ağacı, biraz eğiyor sonra da testerenin canavar dişlerinin ağzına veriyordu. Bir tarafta biriken dallar kurumaya bırakıldı...

Aslında genç yeğeni için bir eğitim imkanı oluşturuyordu maharetli ellerin sahibi. Bahçenin her bir tarafında sanki bir nasihat, sanki bir hikaye saklıydı. Yeri geldikçe "amca" sıfatlı adam anlatıyordu:

"Bizim bahçe gibi babalarından bir miras kalmış tembel evlatlara. Son nefesinde yaşlı adam 'tarlanın içinde bir küp altın gömülü' demiş ve ölmüş. Cenazeyi defneden evlatlar paranın derdine düşmüşler. Acaba neresinde gömülü, deyip tarlanın her tarafını kazmışlar. Lakin bir küp altın bulamamışlar. Sonra da 'hazır kazdık, buğday ekelim' demişler. Sarı sarı başaklara baktıkça gönüllerini sarıp sarmalayan mutluluğu fark etmişler. O vakit bir küp altının ne anlama geldiğini anlamışlar, Selçuk...

Bahçedeki küflenmiş sunta parçalarının ve çürümüş ağaç parçalarını kimseye zarar vermeyecek bir yerde yakmaya başladılar. Bir taraftan ateşin alevini coşturuyorlar bir taraftan bahçenin pisliğini çuvallara dolduruyorlardı. Bir çuval, iki çuval, beş çuval, yirmi çuval, atmış çuval nihayet yetmiş çuval... Un çuvalları bittikçe ekmek fırınından yenilerini alıyordu.

Kalın kalın ağaçlar yanıp kül olduğunda bir dersin, bir nasihatin vakti de gelmiş oluyordu. Adam yeğenine ufak bir açıklama yaptı. "Bak Selçuk, az önceki ağaçlardan hiç biri yok, ateş yaktı bitirdi hepsini. Bu konuda Efendimiz (sav) ne buyurur bilir misin?"deyince sükunet ve çalışkanlık abidesi olan delikanlı dikkat kesildi.

"Ateşin odunları yiyip bitirmesi gibi riyakarlık da amelleri yakıp yok eder." Hem bolca amel etmeye çalış hem de riyakarlık yap ne boş iş, değil mi? Mevlana da bu konuda şöyle diyor; "ambarın dibini fare delmiş. Oradan devamlı buğday çekiyor. Çiftçi de üst taraftan çuval çuval buğday döküyor ama bir türlü dolmuyor ambar... Dolar mı hiç?

Bahçe bahçe olmaktan çıkmış mahallenin çöplüğü olmuştu. Bira şişeleri, gazoz şişeleri, yiyeceklerin ambalajları, naylonlar, ufak kapaklar, ağacından dökülmüş içi çürük cevizler ve daha neler neler... Çapayla çekiyorlar, tırmıkla tırmıklıyorlar sonra da yakıyorlar.

Ağaçlardan anladığı kadarıyla açıklıyordu. Bir ara yangından kurtarılmış ağır bir direk eline geldiğinde rahmetli babasının dedikleri aklına geldi. "Bu akasya ağacıdır, çivi bile işlemez" dedi ve kıyıya ayırdı. Onu yakmayacaktı zira hala işe yarar sağlamlıktaydı.

Toprağı kazdıkça ortaya çıkan pislikleri ve her tarafa saçılmış ufak tefek ağaç köklerini görünce Amerika'daki bir şeyhin müridlerini eğitirken kullandığı bu "tarla metaforunu" hatırladı. Sevgili yeğenine döndü alnındaki terleri sağ kolunun üst tarafıyla silerken konuştu. "Şeyh Efendi, boş bir araziyi gösterip burayı temizleyin demiş. Müritleri kazma kürek çalışmışlar ayrık otlarına kadar her şeyi temizlemişler, şeyhe haber verip tarlayı göstermişler... Şeyh "sulayın bakalım bir hafta sonra görelim" demiş. Öyle yapmışlar. Ayrık otları ve zararlı otlar tekrar büyümüş. "Hani temizlemiştiniz, bunlar nedir?" deyince müritler mahcup olmuşlar. "Bu toprak, insan bedeni gibidir. Bu otlar da nefsin kötülükleri gibidir. Siz ruhunuzdan onun köklerinin sökmedikçe onları temizlemiş olmazsınız. Ortamını bulduğunda tekrar filiz sürer. Nasuh bir tövbe ettikten sonra cemaati, iyi insanları bırakmamak lazım demiş. Şeyhe bak taşla toprakla ders veriyor öğrencilerine. Biz de bahçeyi temizlerken Amerika'da vaktin birinde verilmiş dersten nasihat alıyoruz. Bak Selçuk, biz de İnegöl'de bahçemizi temizlerken o şeyhi anıyor ve onun müritleri gibi ders çıkarıyoruz" dedi.

Temizlemek basit ve adi bir iş gibi gelebilir bazılarına, ancak imar etmek farklı bir olay. Değer verirsek değerlenir; pislik ve çöplük olarak bırakırsak kıymetsiz bir yer olur ve herkese zarar verir. Demek ki bahçeyi temizlemek lazımmış...