İdama mahkum edilmiş ak başlı, ak sakallı bir gönlün sözüdür ki bu yaktı yüreğimi.

Bu gidiş nereye diye sormazlar mı ey şehit! Arkanızda hep kötüleri bırakıp bu gidiş nereye?

Sevdiklerinizin yanına değil mi? Senden önce gidenlerin vardıkları o güzel mekana, cennete, gidiyorsun değil mi? Bir vuslattır ki gönül dolusu yaşamak istiyorsun bunu, biliyorum da "neden gözü yaşlı bırakıyorsun bizleri?" Onurlu bir yolculuktur senin gidişin biliyorum, lakin bizi onursuzların dünyasında bırakıp nereye gidiyorsun Ey şehit.

Senin için idam hükmünü verenler hakkında söylediğin o küçültücü sözler ne kadar da yüceydi. Yüceliklerden gelen emre derin bir teslimiyet içeriyordu.

Bangladeş'te idam edilen Cemaat-i İslami'nin lideri Rahman Nizamiden söz ediyoruz. Şehit bir alimden yani.

"Doğduğumda nikahlandığım ve son nefes diye tayin ettiğim buluşmaya gidiyorum" dedi. "Siz kimsiniz ki" dedi, kendisinin ölüm fermanını yazanlara "Bizim için karar aldıklarını sanan ahmaklar var. Bu karar ancak göklerde alınmış olabilir." Başlangıcı ve sonu aynı çizgi üzerinde gören ulvi bir bakış açısı.

"Her nefis ölümü tadacaktır" ayetine boyun bükenler, emrin nereden geldiğinde şüphe duymuyorlar. Sadece mümin bir kulu cennette göndermeye acele edip buna vesile olan bazı ahmaklar var olacaktır elbette ve onlar da sahnede artık.

Ufuk ötesi bir bakış. "Af dilemem zalimlerden, diyen binlercesi gibi" o makamı yakalamış olan bir alim geri iter mi elinin tersiyle fırsatı.

"Ben gidiyorum... Ardımda bir fikir kalsın istiyorum. Zorla karşılaşınca ölüm korkusundan istikametini şaşıranlarla biz, ölümden aynı şeyi anlamıyoruz. Bu bir imtihandı. Kolay olacağını söylemedi kimse."

Hak ile batılın kavgası her zaman devam edecektir. Hak taraftarları çoğunlukla haksızlığa uğrayacaklardı. Rahman olan Allah onları cennet köşklerinde ağırlayacaktı. Uğradıkları haksızlığın karşılığının orada olacaktı.

"Her zaman batılın, zulmün ve haksızlığın karşısında ilmi mücadeleyle devam edeceksiniz. Bir mümin asla Allah'tan ümidini kesmez" dedi ve gitti.

Şehit kazanılmadan bir davaya sahip olamazsınız. Davanın nasıllığı ve ne olduğu konusunda, onun uğrunda ölen insanların halinden anlarsınız. En değerlisi olan canını da davası uğruna gözden çıkaranlar, elbette Rabbimin gözüne girecek ve değerlilerden olacaktır.

Dünya üzerindeki zalimlerin iki yüzlü olduklarını yüzlerine vuracak birilerine el verdi onun şehadeti. Cumhurbaşkanımız haykırdı iki yüzlü olduklarını yüzlerine. Lakin hangi yüzüne haykırdı bilemedim. Çünkü bir yüzü tükürsen, yağmur yağıyor, sanıyor herhalde. Vurdumduymaz bir vicdan onlarınkisi. Dünya üzerinde insan haklarına, ihanet eden ve sadece kendi çıkarları söz konusu olunca insan rolü yapanlar bir kez daha belli oldu.

"Vuslat bu" deyip dua eden, "Nerde buluşacağı belli olmuyor insanın. Bazen vuslatına yürümen gerekiyor." Böyle bir şehit, dualarımızı hak etmiyor mu? Bu şehidi bu hayırla yad etmek doğru değil mi?

Şehitlerimiz, kanlarıyla ateşlemezler mi fitilleri? O fitiller aydınlatmaz mı karanlık ruhlarımızı? Aydınlanan ruhlar geleceğimizin ufkunu göstermez mi bizlere? Öyleyse bıkmak, tükenmek, yorulmak, korkmak, vazgeçmeyi düşünmek, geri dönmeyi istemek de neyin nesidir? Onlar ki yolumuzu aydınlatanlardır.

Şehitlerimize acımıyorum. Zira onlar gıpta edilecek makamın zevkini yaşarken bize ne olur. Biz kendi halimize acıyalım. Ve sadece onlara gıpta etmek teselli etsin bizi... Ve serinletsin gönüllerimizi...