O, beyaz bir zemin üzerinde bu kelimeleri karalarken zalimler, komşu topraklar üzerinde bombalar yağdırıyorlardı. Bir edebiyat öğretmeni olarak sınıfı önünde, tahtaya, " insan = ? + ? " (insan hangi iki şeyin toplamıdır?) sorusunu yazdığında, bebeklerin üzerine düşen varil bombalarının yaktığı yüreklerden dökülen feryatlar geliyordu aklına.

"İnsan" diyorum "beden ve ruhtan oluşur" yazacakken beyaz tahtanın bağrına ancak vicdanları kararmış ruhsuz insanların savurduğu bombaların küçük bir bedeni nasıl paramparça ettiğini hatırlardı. Ağır bir sorumluluk kuşanmış olarak edebiyat dersine insanı tanıtmakla giriş yapacakken yıkılmış binaların ağırlığını taşıyamayıp da bedeni ve başı ezilmiş bir yavruyu düşünmek zor geliyordu vicdanına.

Temiz ve hoşgörülü cümleler yazmanın tadını alacak, öğrencilerinin gönüllerini uçuracak hayaller kuracaktı ancak Halep'in semalarında uçarak bir huzurun bir tebessümün ortasında patlayan bombalar olmasaydı.

Merhamet yoksunu vicdanların, küçücük dünya menfaatleri için, yüce Allah'ın inşa ettiği kutsal bedeni ortadan kaldırma fikri kol gezerken komşu Halep topraklarında, sınıfın ortasında edebiyat amaçlı kurulacak cümlelerin ne anlamı olabilirdi.

Evlatların parçalanmış bedeni ellerindeyken hangi babanın yürek kavuran görüntülerinden sonra tabiatın güzelliklerini tasvir edebilecekti şiir adına, roman adına.

Yazmak; bir damla ilaç olsa idi, saatlerce yazardı, satırlar boyu karalardı tavsiye ve teselli dolu cümlelerini. Ancak okuduğu Suriye haberleri, gördüğü birkaç insan fotoğrafı karşısında Rahmana sığınıyor ve onlar için yardım edecek imkanlar oluşturması için dua ediyordu.

Yazmak, soğuktan katılaşmış kin dolu yürekleri bir nebze yumuşatıp masumları öldürmeyecek seviyeye getirebilseydi gecenin karanlığında ve günün ayaza çaldığı anlarda devamlı yazardı.

Tahtanın bir köşesine, "insan bedeninin hammaddesi topraktır" diye yazdığında, toprağın hantallığı, toprağın bereketi, toprağın yok ediciliği, toprağın örtücülüğü gibi cümlelerde geliyordu aklına. Halep'te toprağa düşen bombalar, içindeki insan bedenleriyle tonlarca toprağı havalandırıyorlardı. Sonra bir yerden püskürtülüyormuş gibi saçılıyordu toprağa körpe bedenler. Ve her şey aslına dönüyordu sanki. Topraktan gelen masum ve küçük bedenler yine toprağa saçılıyordu.

"Ruhun hammaddesi ise Allah'ın nefesidir" yazdığında, Allah'tan bir parça taşıyan bu kutsal insan evladını düşündü yine. Nasıl oluyor da bölündüğünde parçalayan çeliğin gürültülerine Halep semalarını kaplayacak feryatlara karışacağını düşünmezlerdi. Fark etti ki ruhlar aleminden insan bedenine hapsedilen o ilahi nevha(ruh) tekrar asli memleketine dönüyor onca haksızlığın şahidi olarak.

Yarın ilahi huzurda şahitlik yapacak belki de. "Beni masum bir bedene emanet etmiştin ey Rabbim. O temiz ve masum bedende bir sarayda oturur gibi mutluyken niyeti kötü olan kulların, yani cehennemini hak edenlerin bıraktığı bombalarla parçalanmış bedeni aşağılarda bıraktım da katına döndüm. " Böyle diyecektir belki de.

Halep, dost şehir. Halep, medeniyet beşiği, Halep gözlerin özlediği, bakmakla doyamayacağı güzel şehir... Nerede şimdi onca masum can. Zalimlerin hakim olduğu bir dünyada masumiyeti simgeleyen o canları bağrına mı bastın Ey Halep.

Anlaşma yaptık dediğimiz zalim devletler gökleri yırtan, yürekleri parçalayan çığlıklarıyla semalardan yağdırdılar ölümü. Eceli oldular masum insanların. Üstü olan bu toprakların iyi ki altı da var. Evveli dünya olan bu geçici dünyanın ahiri kalıcı olan bir hesap günü de var. Bekliyoruz, bekleyenlerle birlikte. Kimimiz gün yüzü görüyoruz, kimimiz kabrin karanlığından izliyoruz. Bir hesap var hem de ilahi bir hesap.