Adam, hayranlığını gizleyemiyordu artık. Liderlerinin sıradan ve basit davranışlarına değer veren bir milletin evladı olarak Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Muhammed Fatih Safitürk'ün cenazesindeki her bir tutuma hayranlık duydu. Mesela; cenaze namazı esnasında şehidin fotoğrafını ters çevirmesine bile...

Günlerdir kendine "ölümlerden ölüm beğenmek" istiyordu. "Nasıl bir ölümle Rahman'ın katına çıksam" diyordu okuyan adam. Fakat bir cumhurbaşkanının ve başbakanın omzu verdiği tabut içinde olmayı beğenmişti. Ardından binlerce insanın "iyi biliriz, hakkımız helal olsun" seslerinin kuvvetli ve samimi haykırılışına da hayran oldu.

"Padişah'ın iş ne, gelir cenazemizi kaldırır" diyen o eski zaman evliyalarından biri değildi Muhammed Fatih ama çok mübarek bir törenle uğurlandı. Devlet töreni değil ama devletin başının ve milletin önderinin omuzlarına çıkmak güzeldi. Bir babanın omuzlarında gezinen yumurcak gibi bir cumhurbaşkanının omuzlarından ahiret yolculuğuna başlamak ne güzeldi. Ben de istiyorum.

Adam, hayatın hakikatini haykıran genç kaymakama da hayranlık duydu. Hafızmış ve İmam Hatip Lisesi mezunu imiş. Kayyum olarak atandığı Derik'ten yürüdü Hakkın huzuruna. Kalleş ve hainin biri yaktı tüm masum yürekleri o bombayı patlatmakla. Hüzün yükseldi semalara sonra acı ve intikam olarak yağdı kara toprağa. Şimdi yine idam ister yürekler ki acının üzerine merhem sürülmüş olsun.

Adam, kaymakamın babasına da hayranlık duydu. Böyle bir evladı kaybetmek kolay değil dedi ve uğrunda evladını ölüme yolladığı toprağı da vatan eylemişti nesillerine. Al bayrağa sarılmış bir tabut ve içinde canından an taşıyan bir evlat. Evvelden gönderdiler şehadete ki şefaat etsin anasına babasına.

Adam, hayrandı cumhurbaşkanına ki acılı bir babanın önünde başı önde dinledi onun yürek yangınını. Çünkü o da ağladı. Ne de çok ağlıyordu bu günlerde. Millet evlatlarını bir bir toprağa uğurlarken kaçtır böyle ağlıyordu. Acıyı bilen, gözyaşını bilen, evlat sevgisi bilen bir adamdı cumhurbaşkanı.

O, bizden biri, milletin ta kendisiydi. Milletin cenazesine katılır, imamın ardında saf tutar, al yıldızlı tabuta omuz verir ve kabri başında güzel sesiyle Kur'anı kıraat ederdi. O kadar doğal, o kadar sade, o kadar derinden, o kadar hakkaniyet sahibi. "Şahıslara yapılan suçları devlet affedemez" diyordu şehidin tabut başında. "Onun velisi devlet değildir. Devlet kendisine yapılan suçları affedebilir ama şahıslara yapılanı affedemez."

Adam, bu ifadelere de hayran kaldı. Canı yanan anne, yüreği dağlanan baba, yetim öksüz kalan evlat kesmeliydi cezayı. Gönlünü serinletecek cümleyi bunlar söylemeli ve devlet de vatandaşın isteğini yerine getirmeliydi.

Adam, göreve gönderdiği insanların ardında duran devletine de hayran kaldı. Mahkeme duvarı gibi soğuk gelen her şey, şimdilerde gönlünü ferahlatmak için harekete geçiyordu. Bir merhamet bürümüştü devleti. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" diyen, inanan ve uygulayan birileri vardı. Yıllarca milletinden çalınmış bir devlet varmış gibi geliyordu kendisine. Devleti ile gurur duyuyordu adam.

Devletin temsil edenlerin elbette ki kusurları ve eksiklikleri vardı ve olacaktı. Ancak kasten, bilerek haksızlık yapmak ve bilerek masum canların kanlarına girmek ve adaletten sapmak gibi bir niyetleri olamazdı. Adam buna da hayrandı.

Adam, şahadete uğurlanan her bir insandan sonra daha bir sağlam bağlanıyordu vatanına, bayrağına milletine ve cumhurbaşkanına. Dünyaya meydan okudukça kendimize geliyoruz ve özgüvenimizle her şeyi yapabileceğimizi hissediyoruz, diyordu.

Adam, daha küçük yaşlarda öğrenmişti ki "gaza etmeden ve gaza etmeyi gönlünden geçirmeden ölen nifak üzere ölürmüş." Hep bir savaşım içinde olduğunu anımsadı adam. Cehaletle mücadelesi yıllardır sürüyordu bunu için.

Adam, şehit kaymakamın öğretmen eşine de hayranlık duydu. "Sana şehadet çok yakıştı aşkım" diyordu. Ona aşık olmuştu ve zor günlerde onun yanında bulunmak istemişti. Okuluna gidiyor ve derslerine giriyordu. Öğrencilerine Allah'ı ve Sevgili Resulünü anlatıyordu bir ilahiyatçı olarak. Ve bu gün sevdasını kara toprağa uğurluyordu. Dik durmaya çalışsa da tonlarca ağırlıktaki bomba sadece kaymakamlık binasını çökertmemişti. Şehit oğlu minicik evladına sarılıp geleceğe bakıyordu ve "Ağlamayacağım, ağlamayacağım" diyordu.

Görevlendirdiği kaymakamına sahip çıkan cumhurbaşkanı ve başbakanın omuzlarından yürüyordu şehit Rahmanın huzuruna. Bu huzura varış huzur yayıyordu gönüllere. Adam buna da hayran kalmıştı.