Malumunuz, bu bir kitap ismidir. Yazarını bilmeyi de size bırakıyorum. Öğrencileriyle ilgili hatıralarını anlatacağı bir eser sanmıştım nitekim öyle. Ancak öğrencilerinin her birinin ismine bir bölüm açmasını beklemiyordum.
Çağrışımlar, insanların gördükleri ve duyduklarını tekrar hatırlamasına sebep olur. Bu eserde beni yani yirmi yıllık bir edebiyat öğretmenini etkilemedi değil. Hayatımda derin izler bırakan öğrencilerimin bir kısmını tanımanızı isterim bu vesiyle.
Bir tüccarın yıllarca çalışmasından elde ettiği birikimi ile emektar bir öğretmeninin birikimi aynı olmaz değil mi? “Herkese, çalışmasının karşılığı vardır” buyuran ilahi ilkeyi unutmadan hayatı yaşamak lazımdır. Zira zayi edilmiş bir ömür, toprağın bağrına emanet edilirken çalışmasının karşılığı yani amelleri ve amellerinin ürettikleri onunla beraber olacaktır.
Doksan beşin altı eylülünde Kilis’te göreve başladım. İmam Hatip Lisesinde edebiyat öğretmeni olmak çok özel hisler yaşattı bana. İlk mesai arkadaşlarım, ilk resmi öğrencilerim, ilk edebi faaliyetlerim… Daha nice güzel davranışlar…
Konu, öğrencilerimiz olduğundan diğer dostları gönül tahtının bir kıyısında tutarak devam edeceğim. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi” cümlesini tahtaya yazdığımda, pamuk tarlasına girmiş gibi hissettiğim sınıfta bembeyaz örtüleriyle gözlerini dikmiş bana bakan kız öğrencilerimden biri çok etkilenmişti; Hatice Nur Tekçe…
Yıllarca yetiştirmeye çalıştığımız öğrencilerin farklı özellikleri dikkatimizi çeker. Her öğretmen kendinde mevcut bulunan kabiliyet çerçevesinde ulaşır öğrencilerin dünyalarına. Yazar Halide Nusret - ki bir edebiyat muallimesidir- suskun, içine kapanık, kendi derinliğinde gizlenen öğrencilerine ulaşmış olmanın verdiği hazzı çokça yaşamış. Onların parlak, ışıl ışıl gözlerine gülümsemiş ve gönüllerine dokunabilmiştir.
Pozitif enerjiyle dolu bu emektar hocanım, öğrencilerine kız istemiş yani kaynanalık etmiş, yazarlık ve şairlik yönlerini geliştirmiş ve onların acı tatlı günlerini de görmüştür. Toprağın soğuk bağrına teslim ettiği taze fidanları için gözyaşı dökmüş bir hocanımdır.
Tayinim çıkıp da İnegöl’e geldiğimde kitap okuyanlar onların isimlerini yazsınlar bir kağıda bana getirsinler dediğimde orta üç talebesi iken 150 isim sıralamış olan Elif Türk’ü hatırladım. Okuldan ayrıldığımda benimle birlikte kaydını aldırmak istemişti. “Hocam, dilbilgisinde hiç hata yapmıyorsunuz” itirafında bulunan ve şimdi bizim gibi edebiyat öğretmeni olan ve o sınıfın bir numaralı çalışkan öğrencisi Ayşenur Güven’i, “Meşale” isimli dergiyi çıkardığımız kadroyu unutmak mümkün değil.
İnegöl Lisesinin en kalabalık olduğu zamanlarında, acemi bir edebiyat öğretmeni olarak “baba bir edebiyatçı” sözünü kulağıma fısıldayan öğrencilerimden, yakamdan düşsün diye yaka silktiğim öğrencilerime kadar birçoğunu da hatırlıyorum. “Hocam, istersem yüz alırım” diyerek meydan okuyan ancak sözünün altında ezilen öğrencileri de gördük geçirdik.
Ticaret Lisesinde, tiyatrolar çevirdiğimiz, okul çıkışlarında mini bir izleyici topluluğu önünde şiir dinletisi programları yaptığımız öğrencilerimizi unutmak da mümkün değil. Hele anne şiirleri okuması için kürsüye çıkan Saliha Hocanım’ın “anne” dedikten sonra döktüğü yaşlarını, ardından onun gibi hislenen diğer kız öğrencilerimi de unutamam. “Kocaya kaçacağım” diyen dokuzuncu sınıf öğrencim Seval’i neden daha fazla ciddiye almadım diye hala üzülürüm.
Turgut Alp Anadolu Lisesinde, Aşk Sultanı Mevlana şiirlerini okuyan öğrencilerimden Abdülvasi Hocamın oğlu İbrahim Duran’ın “Hocam, yedi yıldır ilk defa bir işe yaradığımı hissetim” deyişi zikredilecek sözlerden biri.
İnançlı ailelerin evlatlarını sınıfın kıyısında köşesinde, toplumun itilmiş kalkılmışları olarak görünce içim yanardı. Onların şahsiyetlerini onarmak ve onları toplum içinde bir şeyler yapıyor olabilmenin hazzını tattırmak isterdim. Özgüven inşasında başarılı olmak, onları hayatın zorluklarına katlanmada sabırlı kılıyordu.
Askerlikten başka macerası olmayanların aradan geçen onca yılla rağmen dillerinden düşürmedikleri maceralarından geri kalır yanı olmaz öğretmenlerin öğrenci muhabbetleri. Öğrencileri ile kurdukları iletişim ve başarıları satırlara dökülmese de fidanı toprağa dikmiştir öğretmen. “İnsanı düzeltim, dünya düzeldi” diyen o küçük çocuğun dediği gibi küçük bir gönüle girmek bir sınıfa girmekten daha evladır, gönül sahibi öğretmenlere.
Unutmayı sevemediğini yazar Halide Nusret Zorlutuna, albümünden birkaç fotoğrafla süslediği minik el kitabında. Bendeniz de unutması sevmem. Vefakar olmayı, vefakarlıkla davranmayı severim. Bence her öğrenci, hayatına dokunmuş bir öğretmene karşı vefalı olmalı. Ve bence her öğretmen, hayatına dokunduğu öğrencileri yad etmeli…