Kimden söz etmeye niyetlendiğimi bileceksiniz hemen... Üzerimize emeği fazla olan biriydi o. Vefakar olmanın bir adı da böyle zamanlarda onları anmak. Anmak, anlamaya çalışmaktır. Anmak ki çağırmaktır, demişler. Onlarsız geçen bunca zaman onun işaret ettiklerini yaptıktan sonra yüreğimizde bir ferahlama hissi oluşur, rahatlarsınız.

Orta üç veya lise bire giden bir öğrenciydim. Arapça derslerimize gelmişti. Arapçamızın kuvvetli oluşunu onun güçlü karakterine borçluyuz. Bir baba gibi, tüm ağırlığıyla dokundu genç yüreklerimize.

"Bu gençlik için bir şeyler yapmalı?" sorusunu kaç beyin üretir, kaç yürek gönül verir? Onu diğer hocalarımızdan farklı kılan da sanırım bu soruyu sormuş olmasıydı.

O büyük ve derin sorunun yansımalarından biriydi Oylat kaplıcalarına öğrencilerini götürmesi. İki öğretmen ve on- on beş öğrenci... Öğretmenlerimizin böyle bir fedakarlık yapması... Yani bir tatil günü bizle birlikte Oylat'a gelmesi... Oylat'ta yapılacakların hepsini yapmıştık o gün. Fakat bugünkü garajın olduğu yerde yaptığımız maçı unutmam mümkün değil. Top oymamayı seven ve güzel goller atan biri olarak hocalarımızla birlikte maç yapıyorduk.

Sahanın bir tarafı uçurum gibiydi, aşağıdan ufak bir dere geçiyordu. Dikkat ediyorduk ki top kaçmasın. Kaçarsa maç durur ve biri koşup topu alana kadar terimiz soğuyabilirdi. Taşlardan yapılmış iki kale... Eşitlenmiş iki takım. Hocalar da biri bir tarafta, diğeri öbür tarafta... Yavaş hareketlerle maç başladı. Okundan fırlayan yay misali arkadaşlarımızı koşturuyor, paslaşıyor ve goller atılıyor...

O günden kulağımda kalan işte o muhteşem hocamın ince ve tok sesi "Abdülvasi içtimai oyna, içtimai oyna..." O vakte kadar da biz hocalarımızın nasıl bir topçu olduğunu bilmiyorduk. O ses sahibinin bu uyarsını duyunca anladık ki işten anlıyor. "Abdülvasi, içtimai oyna..." dedikçe ayağındaki topu tutmakta zorlanan stajyer öğretmen heyecanlanıyor, daha da bir zorlanıyordu. Bir tutsa(!) içtimai oynayacak ama olumsuz zemin şartları ve topun yamukluğu onu kıskandığı için olsa gerek bir türlü izin vermiyorlar ki pas atsın.

"İçtimai (birlikte) oyna" diye hem ilmini konuşturuyor hem de bir kelime öğretmek istiyordu biz öğrencilerine. Paslaşmadan galibiyet olmaz. Birlikte oynanması lazımdı. Lakin top o yardan aşağıya yuvarlanınca korktuğumuz başımıza geldi, bekledik.

Sonra hamama girdik Oylat'ta. Daha yeni yeni yüzmeye çalışıyoruz. Bir arkadaşımız havuz derin değil sanarak orta yere atlayınca batıp çıkmaya başladı. Biz korktuk ve hocamıza seslendik, geldi ve kıyıya çekti.

İşte o kıyıya çekme işi o günden sonra hep devam etti. Boğulmakta olan bir nesil için elinden gelen hiçbir gayretten geri durmuyordu, durmadı da. Bazen öğretmen arkadaşlarına bazen dersine girdiği öğrencilerine tefsir sohbetleri yapardı. Okuldaki derslerinin kaliteli geçmesi bir yana ders dışında evlerimize gelir muhabbet yapardı.

Okulun bakımsız bir yurdu vardı o vakitler. Mescidinde toplar bizi konuşurdu. Bir vakit sonra onlarca kitap aldı geldi. Bu kitaplar okunacak dedi. Elimize, okuduğumda hiçbir şey anlamadığım Rasim Özdenören'in "Müslüman'ca Düşünce Üzerine Denemeler" kitabını tutuşturdu. On beş gün içinde okunacak. Çobanlık yaptığım demlerde o kitabı elimden düşürmedim. Hayvanların peşinden giderken okudum, elma ağaçlarının tepesinde okudum. Dedim ya o günlerde bir şey anlamadım ama okudum. İki sene sonra o kitabı bir kez daha okuyunca her satırının altını çizdim. O kadar ki başucu kitabım oldu. Rasim Bey'in onlarca eserini okudum sonraki yıllarda o hızla.

Bizim yüreğimizde bir dava aşkı yeşerten, bu nesiller için bir şeyler yapmamız lazım sorusunu pimi çekilmiş bir el bombası gibi yüreğimizin ortasına bırakan o koca öğretmen Hikmet Şahin'di. Hikmet Hocamın, aile içinde ismi Halil imiş. Zaten komşu köylerdenmişiz onunla. Bağdat'ta üniversite eğitimi almış, İslam dünyasına karşı gözü açık bir münevverdi.

Şimdilerde doksan sekiz yaşlarında rahmetli olan babamın kabrini ziyarete gittiğimde az ileride Hikmet Şahin yazılı mezar taşını görünce dua okumadan geçemiyorum zaten vefalıya aykırıdır bu durum. Anmaya değer kaç tane hocamız dokundu hayatımıza ki? Bazı hocalarımız sınıfa, çok azı da gönüllerimize girebiliyorlar. Gönül adamı, gönülden konuşur, davaya gönül verir, gönül kazanır. El Fatiha...