Yazının başlığını okuduğunuz andan itibaren tepkilerinizi tahmin edebiliyorum; “Yok artık, o kadar da değil”, “Yiğit Bulut bu kadar yandaş olmadı” cümlelerinizi bir kenara bırakıp; iyisi mi yazıyı okumaya devam edin.

Türkiye’deki bütün iktidarlar, geldikleri andan itibaren kamu kurumlarının tamamında etkili olmak isterler.

Bu çok doğaldır. Zira kimse istemediği bir bürokratla çalışmak istemez. Kimse iş yaptıramayacağı bir bürokratla uğraşmak da istemez.

O bakımdan kadrolaşmanın bir iktidarın –bürokrasinin tepe noktaları anlamında- hakkı olduğu inancındayım.

Bu bürokratik kadrolaşma Ankara ayağında olduğu kadar il ve ilçelerde de olabilir. Hatta olmalı da.

Valisi, Kaymakamı, Emniyet Müdürü, Milli Eğitim Müdürü kendisine ayak uydurmayan bir iktidar, başarı yolunda hep bir yerlere takılır durur.

Bürokrasinin ele geçirilmesi bir noktada anlaşılır da; sivil toplum kuruluşları, dernekler, odalar, hatta muhtarlara kadar neden düşülür işte onu anlayamıyorum.

Ticaret Sanayi Odası bizim olsun, Ziraat Odası bizim olsun, esnaf odası başkanı bizden olsun, hemşeri derneği başkanları bizim partiden olsun. Muhtar dahi bize selam duranlardan seçilsin.

AK Parti bugün bu noktaya kadar geldi. Yakın zamanda yaşamadık mı? İTSO’da, bazı köy muhtarlıklarında, bazı hemşeri derneklerinde ve son olarak Ziraat Odası’nda…

Hatta öyle bir noktaya geliyor ki; ilçe yönetiminin desteklediğini vekil desteklemiyor; vekilin desteklediğini ilçe yönetimi desteklemiyor.

AK Parti’nin iki vekili, karşı karşıya geliyor. Sonra garibim köylü yollara çıkıyor, protesto ediyor.

Filler yukarıda tepişiyor, altta köylü, çiftçi çimen gibi eziliyor.

Her yerde benim borum ötsün anlayışının sonucu bu. Birkaç kez boru ötünce bu kez üflemek isteyenlerin sayısı da artıyor. Hepsi ayrı notadan, ayrı perdeden üfleyip duruyor.

AK Parti’nin kendine biat etmemiş isimlerin de oda ve dernek yönetimlerinde olma hakkı olduğunu öğrenmesi gerekiyor.

Yoksa ‘Bir gün herkes AK Partili olacak’ politikası bir yerde tıkanır, kalır.