Vakti gelmişti demek. Yiyecek ekmeği kalmamıştı bu dünyada demek. Çiçeklerin nur yüzlü hanım efendisi göçüp gitmişti artık. Daha bir gün önce “geçmiş olsun” demiştim yetiştirdiği çiçeklerin yanında otururken. Beyaz örtüsünü topladı “Allah razı olsun” dediydi.
Komşu çocuklarının dert ortağıydı. Liseli gençler bu gün okula gitmemişti. Bu gün ellerindeki telefonlara bakıp gülüşmüyorlardı. Avluya konulmuş taburelerin üzerine bir hüzün gelip çökmüştü. Haber henüz duyulmamıştı demek. Acı haber tez duyulur derler, biraz sonra kalabalık olur buraları.
“Ölüm güzel şey, güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?” anlamındaki dizesini hatırladım Üstad Necip Fazıl’ın. Bence güzel ölüm, güzel insanların işi. Kar gibi örtüsüyle çevrelediği ışık dolu yüzü secdelerdeydi her daim. İncelmiş dudaklarından ilahi kelamlar dökülürdü günün belli saatlerinde. Rabbinin kelamını bu gurbet diyarında bir şarkı gibi terennüm etmekten bıkmış da berzah alemine kanat açmış.
Dört inanmış adamın omuzlarında bir hakikati haykırmanın adı ölüm. Cennet girmek isteyip de sevilmeyen köprünün veya geçidin öbür adı, ölüm… Refik-i A’laya ulaşmanın yolu ölüm… musalla taşındaki birkaç dakikalık saltanat… Adı ölüm
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Tatlı dilli babaanneydi adı. Çocukları sever ve yaşlı sesiyle onlara dağ gibi tecrübeler aktarırdı. Uyarılar havada uçuşurdu. Sevenleri ve onun sevdikleri vardı. Dua dua karıncalaşan dudaklar, yukarıya açılış eller, tesbih çeken incelmiş deriden parmaklar…
Bu gece Rabbinin misafiri…
Babaannenin ardından göz yaşı dökenler kendisinden istifade edenlerdi. Hayatına bir katkı sunulmuş konu komşu ilk mevlidinde kendilerine hakim olamıyorlardı. Yaşlı insanın yolculuğu normal karşılanması gerekirken ölüm nasıl dokunuyorsa yüreklere, sızlatıyor insanın içini.
Daha yazımı bitirmeden bir ölüm haberi daha geldi düştü gönlümün ortasına. Öğrencilerim aramışlar ancak ulaşamamışlar… Sonunda kara haber ulaştı. Sevgili öğrencim Cemile Uçaravcı’nın babası vefat etmiş. Duygularımı dile getirebilecek bir hal kalmadı. Dilimden dökülecek herhangi bir anlam Cemile’mizin kalbini soğutmaya yetmeyecek.
Zira baba, bir genç kız için ne anlama gelir hakkıyla hissedemesem de düşünmeye çalışabilirim. Babanın yerini kim doldurabilir ki. Göğsünün bir yeri her zaman bu boşluğa ev sahipliği yapacak. O kahreden boşluk hayatının her safhasında hissettirecek kendini. Tam bu esnada gözler buğulu bir şekilde semaya yükselecek ve Rabbinin rahmeti ve mağfiretiyle kavuşacağı günü bekleyecek biliyorum.
Babalar, gönül ülkesinin dağları gibidir. Ona yaslanılır ve ondan güç alınır. O bulunduğu yerden ayrıldığında sanılır ki hayatın dengesi kalmayacak ve yerin dibine batacak.
Gülümseyen gözlerinin ışığı sönmesin istiyorum Cemile. Neşe ve sevinç kaynağı yüreğimiz bu kazayı da atlatacak ve hayat bahşedicinin ezeli ilmine sığıncağız Cemile.
O vermedi mi bu canı, ne zaman alınacağını da o bilmekte olduğuna göre bize ne oluyor. Bizim olmayana dikmişsiz gözlerimize. Bir ağacın gölgesinde atmış veya yetmiş yıl oturuyoruz ve hatta uyuya kalıyoruz.
Ölüm, bir seyahattir dünya gurbetinden sılaya dönmek için. Sevgili öğrencimize ve ailesine babasının vefatından dolayı sabrı cemil diliyorum. Sabır iyi ve kaliteli bir arkadaştır.
Nasıl olsa Ahiret gününde bir buluşma olacak… Göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zamanı gaflet ile geçirmek mi daha karlı, yoksa Cemile gibi güzel bir sabırla katlanmak mı? Sevgili öğrencim,
Gözlerindeki ışıltı daima parlasın. Sizin gibi güzel çocuklarımız oldukça, dik durduracağımızdan eminim. Başımız sağ olsun, amel defterleri kapanmasın, Rabbim taksiratlarını affeylesin.