Genç kız böğrüne doğru çektiği dizlerinin üzerine not defterini koydu. Oturduğu sedirde rahat etmek için sağa sola kaykıldı. Masanın üzerindeki kurşun kalemine uzandı. Devamlı gittiği ve faaliyetlerine katıldığı dernek, yaz tatilinin sonunda kaplıcaları ile şifa dağıtan bu şirin beldede bir apart otel kiralamıştı. Burada bir taraftan tatil havasıyla ciğerlerini şişirmiş öbür taraftan da yoğun bir eğitim rüzgarına bağrını açmıştı.

Kendisinden istenen, ardında bıraktıkları üç dört gün hakkında kısa bir değerlendirme yazısıydı. Nasıl ve nerden başlayacağını bilemedi. İki satır yazmak için o kadar çok düşündü ki. Aklına gelenler karma karışıktı ki düzenlemek gerekecekti.

Dinlediklerinden mi başlasaydı yoksa gezip gördüklerinden mi? Bilemedi, lakin dinlediğinde etkilenmiş olduğu konulardan aldığı notları zaten defterinin diğer sayfalarında saklıyordu. Kronolojik bir sıra takip etmeyi düşündü ve çok mantıklı geldi.

Gözlerini yumdu ve bu güzel beldeye geldiği ilk günü düşündü. Dokuz günlük Kurban Bayramı'nın son günü yani pazar günü gelmişlerdi. Piknik yapılan parkta oturabilecekleri bir ağaç gölgesi bile zor bulmuşlardı.

Bir "hoş geldin" çayından sonra kiralanmış odalarına yerleşmişlerdi. Bavullar yukarı taşınmış ve odalar belirlenmişti. Eğitimin başladığını haber veren konuşmayı dikkatice dinledi, defteri hazır olmadığı için herhangi bir not almamıştı.

Aklında kalanı önünde ki not defterine kaydetti; "Ameller niyetlere göredir, bir tatil ortamını ibadet haline getirebiliriz, denmiş hatta Diyarbakır'dan gelen bir alimin sözleri olarak aktarılmıştı.

Masanın ardında oturan tecrübeli adam; "niyetlerimizi bir eyleyerek buradan en güzel biçimde istifade etmiş olarak ayrılabiliriz, dediğini hatırladı.

Değerlendirme yapacak genç kız o anda kalbindeki niyeti bir kez daha kontrol etti. Evet, her şey nasihat edildiği gibiydi. "Niyet hayır, akıbet hayır" dedi ve başını göğsüne eğerek derinden bir "eyvallah" çekti.

Gözlerini parkın koyu yeşilliklerinden pamuk tarlasını andıran gökyüzüne çevirdi. Bakıyor ama görmüyordu. Zihni iki gün öncesinin faaliyet planını gözden geçiriyordu çünkü. Sohbet yapılacak diye balkonun hazırlaması söylenmişti. Lakin davet alt kattaki tecrübeli adamdan geldi. Not defterini ve kalemini aldı, çıkarken aynada örtüsünü düzeltti. Çekyata oturduğunda karşısında saçına sakalına aklar karışmış bir zat oturuyordu.

Genç kız, kendilerine hitap edecek bu zatın bir ilkokul öğretmeni olduğunu ve bu kadar derin ve iddialı biçimde İslami konulardan, özellikle de itikadi konulardan bahsetmesine hayran kaldı bir ilahiyat öğrencisi olarak. Oldukça büyük bir kütüphanesinin bulunduğunu ve sohbetin arasında bazı tanınmış ilahiyatçılarla yazar-çizer takımına da laf dokundurmadan edemiyordu. Bu bilgi küpü adam önünde imam-hatip ve ilahiyat öğrencilerini görünce çıtayı yüksek tutmuş ve temel mevzulardan başlamıştı. "-Allah bizi niye yarattı?" sorusuna koro halinde Zariyat Süresi 56. Ayet okunmuştu. "İlla liya'budun" ibaresini bazı alimler "illa ya'rifun" diye yorumlamışlardır, demişti. İbadet etmek yerine Allah'ı bilmek olarak yorumlamışlar. Sözün başı belliydi: Allah'ı bilmek. Allah'ın zati ve subuti sıfatları tek tek ve farklı yaklaşımlarla anlattığını anımsadı genç kız.

Bakışlarını göklerden indirdi ve not defterine yazdı tüm düşündüklerini. "Gerçekten gönlüm Rabbimin bilgisiyle doldu, marifet sahibi oldum sanki" dedi yanındaki arkadaşına.

Tarihsel yolculuğu devam ediyordu. Bir sonraki gün davet sahibi tekrar buyur etmişti evine. Bu sefer tecrübeli adamla çok farklı bir alanda yürüdüğünü anımsadı. Coşkun bir duygu selinin yakaran kelimelerini konuştukları vakti andı. İslam'ı aşkla yaşamak cümlesinin gönüllerde yer etmesi için harika bir ortamdı.

Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni

Bir dem bela-yı aşktan kılma cüda beni

Dizelerinden yola çıkıldı ve konu Peygamber Efendimizin İslami yaymak için nasıl mücadele ettiğini vurgulamaya kadar vardı. Aşk belasının insanı nasıl kamil yapacağına kadar uzandı kutlu anlam yürüyüşü. Sonra genç kız arkadaşının dizelerini not etti.

Hikmet-i dünya vü mafiha bilen arif degül

Arif oldur bilmeye dünya vü mafiha nedür.

Dizelerin manasına vakıf olunca aklı gidecek gibi oldu. İşlerin hakikatini arka planını bilenlere arif/bilen denir. Fuzuli ise arifin gönlü o kadar yakındır ki Allah'a, O'ndan gayrısından haberi olmaz. Gazel diyarında gezindi lakin Kütahya gezisini burada değerlendirmeyecekti. Belki yakın bir zamanda Seyahatname-i Kütahya başlıklı bir şeyler yazardı.

Gitmeyeceklerdi, zira geçen seneden biliyordu Kütahya Ulu Camiini, hemen yanındaki Arkeoloji Müzesini, Dönenler Mescidini, Kütahya Kalesini, Germiyan Konaklarını. Ancak KİHMED'in açtığı sevdiği şairlere ait odaların bulunduğu kütüphanesini ve Kütahya Kültür Sanat Merkezini ve ünlü sanatkarlarını sonra değerlendirecekti.