Çikolataya süt katılmış ten rengindeki yüzünde beliren tebessüm dudaklarının yanında belli belirsiz çizgiler oluşturuyordu. Karlı bir yeni yıl günüydü. Edebiyat odasında tek başına beyaz masanın başında kır saçlı adamı dinliyor ve ardından yazdığı satırları seslendiriyordu.
Yeni bir hikaye yazılacaktı ve kahraman aranıyordu. “Wanted” (aranıyor) ibaresi yazılmamış ve şehrin muhtelif yerlerine asılmamıştı. Zira lazım olan sadece bir kahramandı; olayları başlatacak, acı ve ızdırabı yüreğinde hissedecek, günler sonra mutluluktan havalara uçacak bir kahramandı işte… Uzakta aramadı, kendi içinin derinliklerinde buldu bu kahramanı…
Yazar olmak gibi bir hayali vardı o yüzden katılmıştı yaratıcı yazarlık kursuna. Bugün edebiyat öğretmeni ile özel bir gün olacaktı anlaşılan. Gruba katılan arkadaşlarının bazısı okula gelmemiş, bazısı da izin almış, diğerleri ise zaman zaman devamsızlık yaptıkları için baş başa kaldılar kapısı açık mavi halıların düşenmiş olduğu odada…
Okulların kar sebebiyle tatil olacağı günlerdi. Beyaz masanın etrafında toplanmış bir avuç genç, kendilerine giriş kısmı verilmiş bir hikayeyi tamamlayacaklardı. İki paragraftan oluşan giriş bölümünde bazı ip uçları verilmişti. Bunlar edebiyat öğretmeninin ufuklar ötesini haber veren yorumlarıydı… Kimi zaman farklı bakış açılarından da istifade etmeleri isteniyordu…
Kara saçlı esmer tenli Buğse, “hikaye yazmak zorunda olanların” hikayesini yani kendini yazmak istemişti. Okulun pansiyonu ve o pansiyonun valiz odası sakinliğini, kır saçlı edebiyat öğretmenini, kendisine okumayı sevdiren ilkokuldaki öğretmenlerini minnettarlıkla yad etti.
Kendisine hayat yolculuğunda azıklar ikram eden bu kutlu insanların üzerindeki emeklerini inkar etmemesi vefasını gösteriyordu. Yazılarındaki akıcı üslup ve etkileyici açıklamalar mest etmişti dinleyeni. Yazı bitmişti, nereden açıldığı belli olmayan o derin muhabbet başlamıştı aralarında.
Karşısında sanki bir insan sarrafı vardı Buğse’nin. “Eskiler buna “Kıyafetname” derler Buğse, Batıda ise fizyonomi derler. İnsanın beden yapısından yola çıkarak yorumlamak. Baktıklarında insanın cimri mi, kindar mi, iyilik sever mi , saf mı, dürüst mü? Anlarlarmış bu ilim sahipleri.
Bütün bunların çerçevesi çizilir genel hatlarla anlatılır. Mesela dokuz ana karakter vardır. Bir konferansta Ziya Baran ekrana yansıttı karakterlerin isimlerini ve biz dinleyici öğretmenlere “kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz?” diye sordu. Ben bir tanesini söyledim, konuşmacı ardımdan on tane özelliğimi sıraladı. Ağzım açık kalmadı, biliyordum ben bunları, önceden okumuştum ama adamın bir anda yüzüme söylemesi beni çırılçıplak bırakmıştı kalabalığın ortasında. Biz insanlar içinde böyle miyiz, gerçekten asıl yönlerimizi bilebilirler mi? Neyse ki insanlar cahil. Yaşasın cehalet.”
Bu açıklamalarla beyninden vurulmuşa dönmüştü Buğse. Küçük parmaklarında döndürdüğü kalemin zaman zaman yönünü değiştiriyordu. Yatay çevirdiği kalemi dikeyde döndürebiliyordu.
Kendisi hakkında hocasının yaptığı yorumları, değerlendirmeleri hayretle dinledi. Sonra “uzat parmaklarını bakayım” dedi hocası bilgisayardan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Maarifetnamesi’nde ilgili bölümleri ararken. Buğse, kökleri kalın, tırnaklarına doğru incelen parmaklarına bakıyordu. “Bulaşıkları yıkarken bardak falan kırıyor musun Buğse?” sorusuna cevabı olumluydu ama memnuniyet verici değildi “Evet, hocam Hem de elimden çok kayıveriyorlar.”
Pansiyondaki valiz odasına kapandığında kuruduğu pembe hayaller kapının açılmasıyla uçuyordu. Az önce okuduğu yazı ile ilgili düşlerden birini daha kurguluyordu:
Bundan yıllar sonrasıydı. Sevgili okurlarına konferans vermek ve kitaplarını imzalamak üzere girdiği kırmızı halılar üzerinde yürürken aklına kır saçlı adam geliverdi. “Şimdi olsaydı da ondan yine istifade etseydi ve kendisini buralarda görmenin kıvancını yaşasaydı” diye düşünüyordu. Konferans başladı aklına düşen ve nefsini besleyen fikir tüm benliğini sayıyordu. Salonun orta yerlerinde başını eğmiş notlar alan dinleyiciye sabitledi gözlerini. Acaba o mu idi? Hani oluyormuş ya bir şeyi çok istediğinde gerçekleşebiliyormuş. Bunu yıllar önce ondan dinlemişti. Düşün ve Başar isimli kitaptan aktarmıştı kendisine… Hadi bey amca kaldı başını, haydi sahneye bir bakıver…