Eğitim yılı başladığından beri bu konu ile alakalı zihnimde oluşanları ya da tecrübemizde birikenleri paylaşmaya devam edeceğim.

Yeni öğrencilerle tanışmak bana büyük heyecan veriyor; her biri annesinin babasının en değerlisi, en kıymetlisi olarak yuvalarından kopup bu okula gelmiş. Yepyeni arkadaşlarla tanışmışlar, eski arkadaşları varsa onlarla muhabbeti ve dostluğu daha da fazlalaştırmışlar. Onlar için merak edilen şey; acaba hangi dersler var, acaba hangi hocalar derslerine gelecekler?

Okul hakkında olumlu bir önyargıları var. İnegöl'ün 2 numaralı ve en guzel okulu. Ancak son dönemde yerel yerleştirmeden dolayı bazı endişeler yaşadığını bildiklerini gözlemlenebiliyor derin sohbetlerde. Gerçi aynı sınıfa geldiklerinden artık onlar birer arkadaştır. Aralarındaki puan farklarının bir önemi yok. Şimdi şahsiyetleri ve birbiriyle olan münasebetleri ön planda.

Daha önce dersine girmiş olduğun sınıflarda yapabileceğim fazla zeka oyunları yoktu öğrencilerin ilgisini çekecek. Tüm espri kurşunlarımı geçen sene başında tüketmiştim. Aynı espriyi yaptığımda "zaten bunları biliyoruz" diyeceklerdi. Ben de tekrar etmekten hoşlanan biri değilim. Bir defa anlatmışsam ikinci kez anlatmayı, sanki, kusur olarak görüyorum. Bir taraftan da anlattığım şeyler bir kere de anlaşılabilecek şeyler değildir, diye düşünüyorum. Altını tekrar tekrar çizmek, yanına bir yıldız atmak gerekiyordu. Bazı espriler güzeldi ve bazı cümlelerin kalıcı olması gerekiyordu. Söylediklerim öğrencilerimin ruhlarına, beyinlerine dokunmak gerekiyordu. Hatta dokunmak değil onları yönlendirmesi gerekiyordu. Bazen soruyorlar, "yönlendirmek?" Evet, öğretmen muhakkak yönlendirmeli iyiye, doğruya, güzele... Lakin kendi iyisine, kendi güzeline, kendi doğrusuna mı?

Doğrular öyle şahsileşebilecek, kendisine göre şekillenecek gibi şeyler değildir. Temel konularda bazı farklı yaklaşımlar olabilir belki. Milli Eğitim müfredatında, yönetmeliklerinde zaten bunlar açıklanmıştır. Her öğretmenin söylemesi gereken çerçeve de bellidir.

Ben yine de son sınıflarda yaptığım ilginç espriler, dokunduran cümleler ve uyandırmak için söylediğim ifadeler onlara yeni geliyordu. "Hocam her şeye rağmen geçen seneden farklı söylüyorsunuz" diyenleri duyunca "yıkılmadım, ayaktayıma bağlıyorum. Hatta gelişme gösterdiğimi söyleyebilirim. Demek ki yazın okuduklarım araştırdıklarım bana yeni yeni şeyler katmış. Okudum, öğrendim bitti... diyebilecek bir yaşta değilim henüz. "Her bilenin üstünde bir bilen vardır" sözü gereği daha ötelere daha yücelere yönelik okumalar yapmak gerekiyordu.

Gelelim yeni gelen 9. sınıflara...Dört sene ilkokul, dört sene ortaokul, şimdi bir başka dört senenin ilk yılında ve ilk günlerini yaşıyorlar. Meraklı bakışları, heyecanla çarpan yürekleri var.

Sıra onlara ilk dersin reklamlar boyutu olduğunu anlatacak cümleleri kurmaya geldi. Defteri imzaladım, bakışlarımı sınıfın üzerinde gezdirdim. Daha önceden tanıdığın herhangi bir öğrenci var mı, diye. Sonra "bilişelim-tanışalım" dedim. İlk prensibim diye açıkladığım ifadeden sonra sınıfta bir sevinç havası oluştu. "İlk saat kesinlikle ders yapmam ve dersi kaynatmayı severim." Öğrencilerden küçük bir koro: "Hocam, biz de dersi kaynatmayı severiz" diye haykırdılar. Bu ses sınıfın duvarlarına çarpıp gönül iklimine kadar yayıldı.

Sonra nasıl ders işlediğimi, nasıl bir öğrenme prensibine sahip olduğumu, tek tek açıkladım. Benim dersime gelirken "yine mi o ders, of aynı hocanın dersi" demeyeceğiniz şekilde ders işlemek isterim. Siz sıkıldığınızda ben de sıkılırım. Baktım ders gitmiyor, dersi bırakır ya bir şeyler söyleriz ya bir şeyler izleriz ya da muhabbet ederiz. Lakin şunu unutmayın dersi sağlam kaynatmalıyız. Dersi kaynatırız ki pişsin ve yenecek hale gelsin değil mi deyince ne demek istediğimi anladılar tabii...

Sonra "size dikte ettirmeyeceğim. Benim söyleyip sizin dakikalarca yazdığınız bir dersimiz asla olmayacak. Kulaklarınızı ve gözlerini dört açacaksınız.

Önemli yerleri kitabınızın kıyısına not ettireceğim sonra fotokopilerle pekiştireceğiz dersimizi." Sevindiler acemiler.

Ama önemli olan bu Z kuşağı dediğimiz ya da bazılarının tabiriyle "Alfa kuşağı" diye tarif edilen bu kuşağa hakikatleri, mukaddes emanetleri nasıl anlatacağız, nasıl belleteceğiz?

Drama dersi için yaptığım araştırmalarda çocuksu oyunlarla, ısınma hareketleri ve bazı ufak tefek tiyatral gösteriler, bazı açıklayıcı bilgiler elde ettim, topladım.

Lakin bizim kültürel hafızamızda çocukların kültür dünyasına daha büyük katkı sağlayacak dökümanlar ve uygulamalar hazırdı.

Onlar için geniş bir sahnede simsiyah bir koltuk önünde beyaz bir masa ve üzerinde çiçekler şimdi sınıfın en güzel konuşanı ki hepsi en güzel konuşacaktı. Siyah koltuğa gömülmüş Annesini, babasını, kardeşlerini, hobilerini, fobilerini, sevdiklerini nefret ettiklerini, eski öğretmenlerini sımsıcak dostlukları... Hep iyiden, iyilerden, güzelliklerden, bahsedeceğiz. Düşüncemizi ve zihnimizi onlarla süsleyeceğiz ve kendimizi onların yanında hissedeceğiz. Onların da böyle bir konuşma yapmalarını istiyordum. Kendini tanıtmaktan hoşlanmayanlar, kendisine gizlenler ve çekinenler olduğunu biliyordum ancak bu bir derste ve derste ödevler verilir bu ödevlerde yerine getirilirdi. Çağımızın gençleri kendini özgüvenle dayalı olarak kelimeleri hükmetmesini biliyor arkadaşlarının karşında mahcup olmayacak derecede güzel bir diksiyonla kendini anlatıyorlardı.