Malum okullar tatilde. Öğrenciler gibi öğretmenler de kulakları tırmalayıcı zil sesi duymadıkları memnun bir halde vakitleri demliyorlar. Gönüllerinin istediğini yapmanın verdiği zevk ile yaşıyorlar. Gerçi binbir çeşit insan ve o kadar değişik hal için bir cümle kurmak yeterli değildir ama adettendir.
Dostlarla takılmalar, akraba ziyaretleri, felaketlerle mücadele, icra olunan tatil programları, uzatmalı dershane etütleri zikredilecek bazı meşguliyetler arasında sayılabilir. Lodosun yıktığı, devirdiği, uçurduğu, savurduğu her ne varsa onunla mücadele… Temizleme, onarma, toparlama çalışmaları; şikayetlenmeler, kızgınlıklar ve dudaklardan dökülen dualar…
Biz de nefes alan yeryüzü canlılarından olmamız münasebetiyle paylaşmaya değer şeylerle kısa vaktinize konuk olayım istedim.
Reklamını iki gün önce gazetenin arkasında tam sayfa olarak gördüğüm kitabı sevgili öğrencim Semih’in elinde fark edince heyecanımı gizleyememiştim. Elimde olmayarak ya da sonucunu düşünmeden sarf etmiş olduğum birkaç kelam ona “okuyunca veririm hocam” cümlesini saf ettirmişti ki ben bunun bir hediyeleşme olduğunu anlamamışım. İki gün sonra bir halı saha maçı öncesi uzattı kitabı… Elimde “Puslu Kıtalar Atlası” isimli bir yarışma kitabı vardı. Onu hızla bitirdim çünkü en sevdiğim insanın tanıtacak kitapla aramda bir engel kalmasını istemiyordum.
Lodosun ortalığı kasıp kavurduğu gece Muhammed’i alıp Bursa’ya uzun zaman görüşmediğini bildiğim okul arkadaşlarıyla buluşmasına vesile olmak istediğim günün ertesiydi. Onlara, (öğrencilerime) ikramda bulunmak, onların mutluluğunu gözlemlemek, onları misafir etmek keyif verici idi. Muhammed, Semih, Hozman, bizim Mehmet Akif Şiirleri okuyan ekiptendiler. Sükûnetin ruhuna yuva yaptığı Hozman, mütebessim bir çehreyle olaylara tepki verirdi. Bu karakterleri iyi tanırım ve susmasını bilmeyen benim gibilerin hayran kaldığı insanlardır onlar. Nasıl başarabiliyorlar o kadar konuşma arasında o sükûneti, pes doğrusu…
Gemlik sahilinde geçen memnuniyet dolu saatlerden sonra “Bülbülün Kırk Şarkısı”nı dinleyebilirdim. Güneşli bir öğle vakti penceresinden körfezi gören bir caminin önünde tatlı bir vedalaşmanın ardından kitapla buluşma anına yaklaşıyordum.
Yazar İskender Pala, okuyucusunu bir bülbül kıldığı ve gülün peşine saldığı satırlar arsında seyahat etmekteydim artık. Hz. İbrahim’den başlayan zaman dilimiyle çıktık yola… Dev ateşler arasına düşerken kabul etmediği Hz. Cebrail’in yardımının ardından yanına sokuldum. “Yanarsın” dedi Halilullah, “boşuna yanacaksın” dedi, aldırmadım. “Tarafımız belli olsun” istiyordum, ateşin gül bahçesi olacağını bilmeden... Ben, sadece yanmaya niyetliydim. Gül kırmızısı değildi belki ama ateş kırmızında can verecektim Halilullah’ın yanında.
Ettiğim dua kabul oldu. Nemrut’un yığdığı ateşler değil ama Habibullah’ı görme ateşi sardı minik yüreğimi. Nübüvvet mührünün ışığını nesiller boyu takip ederek Hicaz bölgesine geldim. Kurak bir vadiydi burası. “Ey nar (ateş) İbrahim’e karşı soğuk ve selamette ol” emrinden sonra eşi Hacer’i ve sevgili oğlu İsmail’in Rabbine emanet edip döndüğü o ıssız vadide, Safa ile Merve arasına, Zemzem’in tam üzeride bıraktığı yerde aşkımın gülü açıverdi.
Biz bülbülleriyiz o “Gül”ün. Boşa zahmet çekmesin bahçıvan, binlerce gül bahçesini bolca sulasa dahi açılmayacak öyle gül. İşte biz yirmi birinci yüzyılda o gülün sevdalıları, bu çağın bülbülleri olarak onun kokusuyla mest olamak için okuyoruz bu satırları.
Elbette ki onlarca, yüzlerce kitap yazıldı İbrahim’in duasından sonra. İsmail (as) ve babası Abdullah gibi iki kurbanın evladı olarak dünyaya teşriflerini, süt annesi Halime’yi, sevgili annesi Amine’yi, develerin sahibi kıymetli dedesi Abdülmuttalib’i, şefkatli amcası Ebu Talib’i, ticaret seferlerini, değerli annemiz Hatice’t-ül Kübra’yı, Kabe hakemliğini ilgiliyle okudum. Ondan (sav) bahsettikçe ince tanesine dönüşen kelimeleri tek tek yudumluyorum. Bitmesin istediğim sayfaları bir bir çevirdikçe sayfaların kenarına beyaz damlalardan derkenar/notları düşmekteyim.
İsmini anınca, “Gönül hun oldu şevkinden boyandım ya Rasulallah / Nasıl bilmem bu nirâna dayandım Ya Rasulallah” dizlerinin sahibi Yaman Dede’ye teşekkür ediyoruz. İçimizin volkanına bir damar çizmiş de zikrederek teselli olmaya çalıyoruz. Ona(sav) salat ve selam olsun.