Tekfir, Müslüman olarak bilinen birisine küfür isnad etmek demek. Küfür isnad etmek, şu veya bu davranışı sebebiyle Müslüman diye bilinen birisinin İslam dairesinden çıktığına, küfür alanına girdiğine hükmetmek anlamına geliyor.

İslam'a göre "İman" diye bilinen bir alan olduğu gibi "küfür" diye nitelenen bir alan da var. İman alanı bazı özelliklerin bulunmasını gerektirdiği gibi, küfür alanı da bazı özelliklere sahip olmayı gerektiriyor. "Küfre girmek" böyle bir duruma düşen insan için kullanılıyor.

İslam alimleri, insanı "küfre götüren" davranışlar üzerinde durmuşlar, bunun için bazı ölçüler belirlemişler.İman ve küfür, dinin içinde bulunmak veya dışına düşmek gibi çok hayati bir durum tesbiti niteliğinde olduğu için, alimlerimiz de, bu ölçüler üzerinde titizlikle durmuşlardır.

Ayrıca bu ölçüler, imanın "kalb ile tasdik" olması sebebiyle mü'minin kalbi hassasiyetleri açısından, orada gerçek bağlılıkların oluşması bakımından son derece önem arzediyor. Titizlik gerektiriyor. Küfür çizgilerinin bilinmesini ve asla oraya yaklaşılmamasını hayati hale getiriyor.

Buradan bakıldığında mü'minin, imanı üzerinde titremesi, küfür çizgilerini bilmesi ve kalben oralardan uzaklaşması olmazsa olmaz bir hassasiyet alanıdır.

Tekfir ile ilgili mesele, kişinin kendi imanı konusundaki hassasiyeti değil, bir başkasının imanı ile ilgili yargıda bulunma ve onunla hukukunu belirleme meselesidir.Bu sebeple, bir mü'minin, İslam dışına düştüğünü söylemek çok hassas bir mesele olarak kabul edilmiştir.

Rasulullah Efendimizin bir hadisi şerifleri de, bu hassasiyetin kaynağı olmuştur:"Herhangi bir kimse, din kardeşine "Ey kafir!" derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne ala. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner." (Müslim, 1/319) Bu hadis-i şerife göre küfür ithamı, itham edilen kişi o vasıfta değilse, itham eden kişinin üzerine yüklenen bir vasıf haline geliyor. Bu durumda, tekfirin öyle kesin delillerle gerçekleşmesi gerekiyor ki, itham gerisin geri dönmesin. Oysa küfür ithamının zorluğu, hemen bütün islami metinlerde altı kuvvetle çizilen bir husustur.

Aynı şekilde Rasulullah Efendimizin, savaşta kelime-i tevhid getirerek Müslüman olan bir kişinin, korkarak Müslüman olduğu kanaatiyle öldürülmesi üzerine söz konusu sahabiyi "Kalbini yardında mı baktın?" diye muaheze etmesi de, olayın bir "Kalb hadisesi" olduğunun ifadesi, dolayısıyla bir insanın imanı konusunda hüküm vermenin kolay olmadığı yönünde çok hayati bir uyarı mahiyetindedir. O yüzden, Peygamberimiz hayatta iken bile, dıştan Müslüman gözüken ama içten inanmadığı kabul edilen "münafık" tanımlamasının, bunlar Peygamberimizce malum olsa bile kişi kişi somutlaştırılması yoluna gidilmemiştir. Bugün de hiç kimsenin elinde şu veya bu kişiyi münafık diye "tanımlama, işaretleme" yetkisi bulunmamaktadır.

Peki Peygamberimizin, münafığın özelliklerine ilişkin uyarılarını ne yapacağız, sorusu sorulursa, orada da, öncelikle kendimizde "nifak özellikleri"nin bulunmamasına itina edeceğiz, bir başkasında nifak özelliği görüyorsak, orada da "sui-zan endişeleri"ni dikkate almak kaydıyla, ancak kişisel olarak tavırlarımızla sınırlı kalacağız.(DEVAM EDECEK)

Ahmet Taşgetiren

ALTINOLUK DERGİSİ 2014 - Ekim, Sayı: 344, Sayfa: 003