"ÖNDER'in henüz bir iyiliğini göremedim" demişti ardımda oturan, Van Erciş'ten teşrif eden dernek başkanı dostum. Birkaç kez tekrar edince aynı sözü, gönlümün rahatsızlığı dile geldi; "Hocam, bir daha böyle deme, bak benimle tanıştın ya" deyiverdim. Tebessümler çiçek açtı yanaklarımızda.

Sonra Hakkari'den, Konya'dan, Afyondan, Ankara'dan, Adana'dan, Bursa'dan, Çorum'dan, Tekirdağ'dan İmam Hatip Mezunları kafa kafaya verdik, İmam Hatip Liselerinin güçlü yanlarını, zayıf yönlerini, bir bir tespit etmeye çalıştık, sahada olan bir tecrübe abidesi olarak...

Saçına sakalına aklar düşmüş olan bu mücadeleci insanlar, inançlı gençliğin hizmetine adanmış hayatın sahipleriydi. Cumhuriyetinin kuruluşundan sonraki yıllarda, dine ve dini değerlere yapılanlara tepki olarak değildi onca çalışma... Sadece inançları gereği, memleketin dahilinde inanç fidanları dikmek için yola çıkan öncüleri, takip etmenin heyecanı yaşanıyordu.

Memleketin inançlı insana olan ihtiyacına binaen imam hatipler kurulmalı ve yaşatılmalıydı. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim saçmalıkları artık gerilerde kalmıştı. Bu toprakları kanla yeşerten aziz şehitlerin makberi üzerinde o inancı tanımayan, o inanca göre hayatını düzenlemeyen, o inanca hakaret edenlerin milli ve manevi mirasa sahip çıkmayacağı, gün gibi ortadaydı.

"Gökten gelen emirlerin" yüceliğine inanmışların, yapacak çok işi vardı elbette. Şimdi bir milyon iki yüz bin öğrencilerle, büyük bir nesle hitap eden İmam Hatip Liseleri Mezunlar Derneklerinin çatı kuruluşu ÖNDER, güzel çalışmalara önderlik ediyor. Dört yüz mezun derneğinin, başkanlarını bir araya getirip, onların çalışmaları ve tecrübeleriyle yol haritası çizmeye gayret etmesi, çok gururlandı bizi.

Günü eğlenceyle, -mış gibi yaparak vakit tüketmek yerine geçmişi okuyarak, hali yaşayarak, geleceği düşünerek, durmaksızın çalışmak ne güzeldi. Milli eğitim müsteşarından dinlediklerimiz, din eğitimi genel müdüründen işittiklerimiz, bize yetti sayılır. Meseleye ne kadar geniş perspektiften baktıklarını, ne tür çalıştaylardan bilgi derlediklerini öğrendik. Bizim mekandan kulağıma takılı kalan bir cümle çağrışım yaptı; "Kimse bize sormuyor ki..."

Hizmetiçi Eğitimlerin artık nasıl yapıldığını ve nasıl devam edeceğini gördük. Nesillerimizi için modern ve çağdaş dünyanın karşısına, kendi değerlerimizde dikilmenin vakti gelmişti, demek. Koşmak... Devamlı koşmak gerekiyordu demek ki.

İki gün geçmişti kırmızı halılarla döşenmiş salonda. Derin dostluklar kurmak için ayarlanmıştı gönüller. Üç kişilik bir odada; Kilis'ten dost, Artvin'den bir arkadaş ve Bursa'dan bir muallim -yani biz-, birlikte kaldık. Çaylar yudumlanırken, eski dostlardan söz açıldı, selamlar emanet edildi gönderilmek üzere... Mütebessim çehreler, her yerde karşımıza çıkıyordu tatil köyünde. Masa tenisinde bizi terleten, bir fakültede öğretim görevlisiyle de, özel bir arkadaş olduk.

Başta kim olduğunu bilmiyorsunuz, siz onun masasına ya da o sizin masanıza oturduğunda, gönül ikliminden sıcak rüzgarlar esmeye başlıyor etrafa... Başbakanı beklerken, bir yanımda Kocaeli'nden İmam Hatip Müdürü, öbür yanımda Yozgat'tan bir ticaret erbabı dostumuz. Dört vekillerinden üçünün bakan olduğuyla övünen Yozgatlı dostumuz, odasındaki güneydoğu illerinden arkadaşlarıyla aynı odayı paylaştığını beyan ettiğinde, aradaki muhabbetin devamında; "Bizi kardeş kılan şu imam hatipte öğrendiğimizdir. Yoksa bir Yozgatlı ile böyle bir zamanda Hakkarili aynı odada nasıl kalsın?

Niyet hayr, akıbet hayr, demiş" diyenler.

Güzel insanların bir araya geldiği, iyilik ve güzelliğin yaygınlaşması için kainat kadar geniş gönlünü insanlara açan genel müdüründen, bakanına; bakanından başbakanına kadar herkesin söyledikleri, her söz emanet olarak kabul edilip, memleketin her bir yöresine taşındı. Kutlu elçiler gibi heybesine koydukları; "etkin yenilik" temalı her çalışmayı, ÖNDER'in hediyesi olan çantalarına yüklediler. Medeniyet perspektifi ve imam hatiplerin misyonu bağlamında konuşmasına, Celalettin Öktem Hoca ve Mahir İz Hoca gibi kıymetli hocalarının yanına, babasının çabalarını, çocukluk hatıralarını anlatan Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu'nun, engin bilgilerle süslediği hitabeti, bir taç gibi yakıştı.

Devletimizin güvenliğini, gücünü gördük. Tertemiz genç korumaların efendi tavırları, nazik tutumları izlenmeye değer inceliklerdi. Sunum ekibindeki geçlerin sesi dikkat çekiciydi. Velhasıl kısa sürede devlet hassasiyeti, gözlerin önünden film şeridi gibi akıp geçti. O da bitti.

Ayrılmak gelmiyordu içimizden. Kurulan dostlukların, bir gecenin karanlığında kaybolmasını kimse istemiyordu. Ancak sorumluluk diyarına bir çuval dolusu plan ve proje ve bir dağ yüksekliğindeki heyecanla döndük. Zira dönmek gerekiyordu.