Sonbaharın kışa döndüğü günlerin başıydı. Taze kabir toprağı üzerine gölgesi düşen gözü yaşlı bir adam, neden ağladığını kendine açıklamanın derdine düşmüştü. Az önce mezar tahtalarıyla bu dünyadan bağı koparılmış cömert adamın üzerine kürekler dolusu toprak atan insanlar da uygun gördüklerin yerlere -bir mermer kabrin duvarına, belediyenin sağladığı plastik taburelere, baş ve ayak tahtaları belirgin bir mezarın başına- oturmuşlardı.

Ilık ve hafif esen rüzgarın insan ruhundaki acıyı azaltıp savuracağı bir iklim hüküm sürerken havada, gönüllerde hüzün seyr ü sefa ediyordu. İlahi nağmeler gönüllere dokunuyor ve oradan semalara yükseliyordu. Rahman'ın katına uğrulanmış o mümtaz ruha eşlik eden dualar da kıpır kıpır dudakların arasından serpiliyordu kabristana.

Gölgesi taze mezar toprağına düşen adam, kirpiklerine asılmış sabırsız incilere sahip olamıyordu. Kimselere bakacak hali de yoktu. Böyle durumlarda bakamazdı zaten. Bir hakikat, yüce bir abide gibi karşısında dururken başka şeyler düşünecek değildi. "Ölüm" ne güzel yakışmıştı cömert adama. Evladı ve yakınlarıyla indirdiler bedenin asli vatanına. Sonra sıra sıra tahtalar dizildi Aslan yavrusu tarafından.

Kur'an-ı Kerimler okunurken mazide gezindi bir an. Cömert adamı düşündü. Çimen caminin müdavimlerindendi o. Her vakitte yirmi yedi kat sevap almak için, bazen bisikletiyle bazen yürüyerek cemaate devam ederdi. Daha bir gün önceki Cuma namazını caminin imamıyla yan yana kılmıştı. Cömert adam musalla taşında uzanmış bir namazlık saltanatı yaşarken, böyle anlattı imam efendi. Ve devam etti: Ayağını sürüyerek de olsa cemaate gelir, bazen bizim kapının önünde dinlenirdi. Dün ikindide buradaymış muhabbet etmiş ben fark edemedim, demişti.

Neden ağladığını anlamıştı galiba bu cömert adamın ardından. Çocukluk yıllarında avlulu evdeyken komşuluk yapmışlardı. Eşiyle, kızlarıyla, çocuklarıyla tanışırlardı. Hayırlı insanlar olarak bildi onları her zaman. Küçük yaşlarda camiye giderken, lise çağlarında çocukları başına toplayıp sohbet ederken, öğretmen olduğunda güzel insanlar yetiştirirken hep şahit olmuştu cömert adam.

Bu merhum cömert adam, bunca yıldır hiç aksatmadan yetimdirler diye eski koşusunun torunlarını gözetirdi. En son zekatını "bunu yetimlere ver" diye bir zarf uzattı. Ardından "var mı başka verebileceğin kimse?" dedi ve bir zarf daha uzattı ve "başka bir yetime" olsun demişti. Hatırladı bunu.

Öğretmen olduğu günlerde liseli gençlerle caminin kahvesinde muhabbet halkası kurduğunda sohbet esnasında içilen çayların parasını da verirdi cömert adam. Habersizce, gönülden koparak... Onlara neler anlattığını bilmese bile dini bir sohbet yapıldığını biliyordu cömert adam. Hatırladı bunu da ...

Neden ağladığını bulmaya çalışırken gölgesi mezar toprağına düşmüş adam, bir kabrin mermerine oturmuş dualar eden kadim arkadaşını gördü. O da hayırlılardan biri idi. İlçede açılacak bir Suffe okulu için cömert adamdan yardımlar almıştı. Cömertliğine ve ihlasına şahit olduğu bu güzel insanın ardından alim yetişecek çocuklar adına üzülüyordu. O hayırlı dost, Suffe'de yetişen gençlere gidecek ve "hadi cömert adam için hatimler indirelim" diyecekti.

Nasıl ölmüştü? Henüz bilgisi yoktu. Ancak mezarlıktan çıkarken, "akşam yatmış ve sabah namazına uyanamamış" diye konuşuyorlardı kulaktan duyulan sözlere muhatap olanlar. Musalladayken sorulan "nasıl bilirdiniz?" sorusuna inanarak ve şahit olarak "iyi biliriz" demişti tüm iyi bilenlerle birlikte. Rahman bu güzel sonbahar mevsiminde, böyle muhteşem bir iklimde kendi katına kabul ettiği cömert kuluna rahmet eylesin, diye dua etti. İyi insan sadece kendisine iyi olan değildir, bunu biliyordu gölgesi toprağa düşen adam. İyi insan, insanlara iyilik yapan insandır.

Herkes dağıldı mezarın başından. Hocalar cömert insanın kabri başından ona telkin veriyordu yani bildiği şeyleri hatırlatıyorlardı. Cömert adam, "Mütahit Hasan" diye biliniyordu ilçede ama doğrusunu hocalar söylediler; "Rabia oğlu Hasan Osman Özcan... Kul (de) lailahe illahlah...