Bu günlerde zihnimin ortasında gezinen düşünce bu; değerler eğitimi… Zira önümüzdeki günlerde huzurlarına çıktığımda konuşan dilimin lal olacağından endişelendiğim öğretmen arkadaşlarıma bahsedeceğim.
Malum, vazife önemlidir. Uhdenize verilmiş bir görev karşısında titiz olmak durumundasınız. “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” der büyükler. İş görmek, insan aklının göstergesidir. Bundan sonra “değerler eğitimi” için bolca soru sormak istiyorum. Zira sormak düşünmek demektir.
“Nereden çıktı bu değerler eğitimi konusu? Daha önce eğitim sistemi içinde pek işitmezdik de” demeyin sakın. Değer nedir? Değer ile kutsal arasında bağlantı var mıdır? “Değerlerin kaynağı nedir? Ontolojik (varoluşsal/yaratılıştan) gelen değerler var mıdır? Sonradan kazanılan değerler olabilir mi? Değerler çağa göre, çevreye göre, milletlere göre değişir mi? Karma toplumlarda “özgün değerlere” mi yoksa “evrensel değerlere” öncelik verilmelidir? Yapay değerler olabilir mi? Kişiler kendine has değer üretebilir mi? Prensiplerimiz bir değerimiz midir?
Değerlerimizin kökeni kaynağını görmek için milletimiz kadim kültürüne nazar etmeliyiz. Milli ve yerli değerlerimizi dikkate almalı, onları tarihin derinliğine mahkûm etmemeliyiz. Bu noktada çağdaş değerlerin iticiliğini hissedebiliyoruz. “Zaman” kelimesinin önüne “modern ve yeni” kavramlarını ekleyince değerler de değerleri kaybediyor sanki.
Geçmişteki halimize yönelik yapılan olumsuz eleştiriler o gün toplumu ayakta tutan tüm kavramları da tartışmaya açmıştır. Kalplerdeki sağlam yeri sarsılmıştır. Artık “batıdan gelen, batıda olan, batıda üretilen” kıymetli olarak görülmüştür. Yenilgilerin sonucu kaybedilen sadece vatan topakları değilmiş öz güvenimiz de sarsılmış.
Değerlerimizin kaynağı maneviyatımızdır” diyerek herkesin anlayacağı ve kabullenebileceği bir genelleme yapabiliriz. Kutsal olarak bildiğimiz ve bin yıldır uğruna canların feda edildiği her ne varsa hayatımızdan daha değerlidir ve bizim nesillerimize emanet bırakacağımız kimliğimizi oluşturan değerlerdir.
Ruhumuzdan ya da vicdanımızdan kaynaklanan değerlerimiz vardır: Ar, namus gibi… Bunlar fıtri değerimizdir. Haya kavramı besler bu damarı. Ahlak kurallarımızın hepsi değerimizdir. “Utanmıyorsan istediğini yap(abilirsin)” buyuran Efendimiz (sav) bu değerden bahseder.
Namus kavramı ile ilgili veya bağlantılı çokça kelime vardır. Dürüst olmayan insanlara namussuz denildiğini düşündüğümüzde bu çerçeve hissettirir kendini. “Milletin yüzüne nasıl bakarım” cümlesindeki sosyal baskı veya yaptırım gücünü yakalayabiliyor musunuz? Kılık kıyafetin biçimi bile namus kavramıyla ilintilidir. O…… kadınlar gibi giyinme vb. laflar dökülür kızgın dudaklardan.
Batı ile kaynaştığımız demlerden beri değerlerimiz değişti. İthal değerler aldık. Fıtratımıza, kültürümüze bağlı olmamız zorlaştı. Baş tacı ettiğimiz batı; kültürü, tekniği, sosyal yapısı ve nesi var nesi yoksa, hepsini tepemize boca ediverdi. Laiklik kavramı, kadın hakları, insan hakları, özgürlük vb. kavramlar kutsandı. Din gibi bir kutsal, bilimin karşısına yerleştirildi.
Batı ve batının unsurları her şeyin ölçüsü oldu. Eski kültürümüz küçük ve iğreti görüldü. Batıda olan evrensel diye isimlendirildi. İslami olan geri, yobaz oldu ve ötekileştirildi. Ellerinden gelse barış dini olan İslamiyet’i terörle eş hale getirecekler.
Değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bizi biz yapan, bizi ötekilerden ayıran, aidiyet hissi aşılayan şeylerdir değerlerimiz. Bunları kaldırmaya kalkışmak, yaradılışa aykırı tutum sergilemek olur. Farklılıklar vardır, ancak kavga için değil. İşte bir kısım insanlar, değerlerin kaynağını kaybedince ve kendini değer koyucu hissedince farklılıkları ortadan kaldırıp kutsal birliktelik olacağını sanıyor, sanırım.
Bu doğrultuda ideolojiler, batıl inançlar ve ritüeller geliştirildi. Tuttuğu takımları, savunduğu ideolojileri, destek verdiği siyasi oluşumları, sevdiği liderlerin sözlerini bir “değer” olarak algılamayı abartmamak lazımdır.
Değer, anlam demektir. Anlamlıysa bizim için, değerli olur. Allah’a bağlanmayan bir anlam yeterince anlamlı olamaz. “Allah”sız anlamın bir anlamı olmaz yani. “Yaratılanı sevdim Yaratandan ötürü” ilkesini yeter sanırım.