5) Afetten bedenen zarar gören, sakat kalan, işini kaybeden kimselere yardım konusunda en yakın hısımlarının infak (nafaka) sorumluluğunun bulunduğu da unutulmamalıdır. Evsiz kalan ve yoksul düşen yaşlı bir anne ve babanın, oğul veya kızının yanına sığınması ve onların yardımı ile hayatını idame ettirmesi kadar tabii ne olabilir? Çocukların, böyle bir ebeveyni çadır kentlerde, yemek kuyruklarında üzmek yerine bunu bir ecir kaynağı olarak görüp, yanlarına alması en güzel bir çözümdür.

6) Depremde anne- babası vefat etmiş küçük çocukların yeri de en yakın hısımlarıdır. Dede, nine, büyük erkek kardeş, amca, hala ve teyze gibi hısımlar bu gibi küçük yarulara öncelikle sahip çıkmalıdır. Çünkü bu çocuğun serveti varsa, vefatı durumunda hangi hısımlarına kalacaksa, bu miras hakları oranında, çocuğun masraflarına katılma zorunluluğu da vardır. Bu çocukların yetimhanelerde veya yatılı okullarda perişan olmasına yakın hısımları fırsat vermemelidir.

7) Yine anne-babasını kaybetmiş küçük çocukları yanına alacak yakın hısımları bulunmaz veya fakirlikleri ya da sorumsuzlukları yüzünden yanlarına almak istemezlerse, bu çocuklara aile yuvası sıcaklığı yaşatacak olan yabancı aileler de bunları yanına alabilir. Süt çağındaki çocuğu emziren himayeci kadınla çocuk arasında "süt hısımlığı" meydana gelir. Böylece süt emen çocukla, emziren kadının hısımları arasında da öz çocuk gibi yakınlık söz konusu olur. Süt hısımlığı durumu yoksa, Osmanlı döneminde "evlad-ı maneviye" denilen yolla himaye sürdürülür. Böyle bir çocuk gençlik çağına gelince, mahremiyetlere riayet edilmesi gerekir.

Deprem bölgesinde çeşitli yaşta çok sayıda küçük çocuk yetim ve öksüz kaldığı için evlatlık kurumu üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Bilindiği gibi beşeri hukuklarda yer alan nesep bağı, soyadı kullanma, mirascı olma ve evlenme yasağı gibi özellikleriyle, bir ailenin çocuğunu başka bir ailenin ferdi haline getirme ölçüsündeki "evlatlık"ı İslam, koruyucu aile çerçevesinde başka tedbirlerle çözümlemiştir.

İslam'ın çıkışından önce, Hicaz toplumunda evlatlık nesep, evlenme, boşanma, miras ve sıhri hısımlıklar bakımından öz çocuk gibi kabul edilirdi. Bu yüzden evlatlığın dul kalan eşiyle de evlat edinen evlenemezdi. Hz. Peygamber (s.a.s) de bu geleneğe uyarak Zeyd İbn Harise'yi evlat edimişti. Zeyd (r.a), Zeyneb binti Cahş (r.anha) ile evlenmiş, ancak geçim olmamıştı. Hz. Peygamber'in sabır tavsiyelerine rağmen boşandılar. Bu arada, İslam'da evlatlık lağvedildiği için Hz. Peygamber, Zeyd'in ayrıldığı Zeyneb (r.anha) ile evlendi. Kur'an'da bu evlilikten şöyle söz edilir: "Madem ki Zeyd, eşiyle ilgisini kesti; biz seni onunla evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin"11 İslam'ın bu konuda getirdiği sınırlama biyolojik ve toplum gerçeğine de uygundur. Başka bir ayette şöyle buyurulur: "Allah oğulluk edindiğinizi öz oğullarınız yapmadı. Bunlar sizin ağzınıza gelen boş sözlerdir. Allah size sözün doğrusunu söyler ve doğru yolu O gösterir. Evlatlıkları babalarının adıyla çağırın. Bu Allah nezdinde daha uygundur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır."12

Dipnotlar : 9. Eyyub (a.s) için bk. en-Nisa, 4/163; el-En'am, 6/84; el-Enbiya, 21/83-84; Sad, 38/41-44 1.0 İbn İbi'd-Dünya, İsbehani'den naklen. 11. el-Ahzab, 33/38 12. el-Ahzab, 33/4-5.