İslam'ın genelini etkileyecek tutumlar açısından baktığımızda karşımıza hassas bir tablo çıkmaktadır. Müslüman'ın hayata bakışını, Allah'a kulluğunu ve yeryüzünü imar idrakini değiştirecek düşünceler bir bidat ağırlığında bile ele alınmadığı zaman İslam, onu tepeden kuşatacak bir beşer etkisi altına alınmış olmaktadır. On dört asır sonra veya yirmi asır sonra bile İslam, Allah Teala'nın onu koruyan kimliği ile bunu kabul etmeyecektir. Şu veya bu kişi ve grupların dinimizi böyle kaygan bir zemine çekmeleri kişiler bazında sonuç verebilir ama İslam, bir bütün olarak Allah'ın himayesindedir. İslam, önceki asırların fitne dalgalarına kapılmadığı gibi hiçbir zaman da fitnelere kapılmayacaktır. İslam'ı modern çağın anlayışına göre şekillendirme gayretleri, o fitneye alet olanlara günübirlik menfaatlerden başka bir kazanç getirmeyecektir.
Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmak istenen Müslüman/kafir yakınlaşması, küfrü sıradan bir tercih sonucu gibi görme anlayışı cihat ruhunun gömülmesini de beraberinde getirmiştir. Kafir de makul bir tercihin sahibi olarak yaşadığına göre onu makul tercihinden ötürü 'kınamak bile kimsenin hakkı olmamalıdır' şeklinde konuşabilmektedirler. Allah'ın kitabındaki şiddetli tenkitler ve tehditler ise bir çeşit yorumla geçiştirilebilmektedir. Bu anlayış da "İslam toprağı" yerine "yaşadığın toprak" felsefesini güçlendirmektedir.
Ayrıntılara girildiğinde de bu düşünce genelde kadın üzerinden örneklendirilmiş ve kadının acilen kurtarılması gerektiği fikri kadından önce erkeklere aşılanmıştır. Kadınlar hak arama yürüyüşüne geçmeden erkekler, kadın müdafii olarak İslam'ın yeni bir şekil alması için uğraşmışlardır. Gerek kadın konusu gerekse diğer ayrıntıların tamamında ana gaye, İslam'a çağa uygun bir şekil verme arzusudur. İslam'ın çağa uygulanmış şekli ise İslam'ı onların kafasında saklı duran, mevcut Hıristiyanlığa benzetmekten başka bir şey değildir. En zararsız ve keyfe dokunmaz din şekli, mevcut Hıristiyanlıktır. Siyasetin güdümünde ve zenginin beğenisinde bir din onlar için idealdir hatta gereklidir de. Bu oyunun oynanmasında kilit isim laiklik olmuştur. İslam'ı bile koruyacak güçte beşeri bir kılıf olarak laiklik konmuştur önümüze. Sanki laikliği kabul etmemesi durumunda Müslümanlar bile tehlikede kalacaklardır. Müslüman bir ailede kadın erkekten, erkek kadından korunmaktadır bu sayede. Müslüman birey, din adına insanları ezen hocalardan korunmuş sayılmaktadır. Laiklik öyle sunulmaktadır ki değil onu ithal bir değer olarak kabul edip etmeme tercihi, "Onsuz bir İslam bile olamaz" demeye getirilmektedir. Modernizasyon, laiklik ve dinsizlik! Kurulu düzenin varacağı güzergah böyledir.
Topraklarımızda bu fitneyi ilk çıkaran Afgani ve talebesi Abduh'tur. Her ikisi için de kalplerindekini muhasebe etme imkanına sahip değiliz. Doğru zannedip yanlış yapmış olabilecekleri gibi kasten İslam toprağına fitne ekmiş de olabilirler. Bizim konuşma alanımız, onların ortaya koydukları işler üzerindendir. Onları izlediğimizde de şunu görüyoruz: Bütün şer güçlerinin saldırısı altında olan topraklarımız ve kurumlarımız ayakta kalma mücadelesi verirken "içten ıslah" adıyla Müslümanların cihat ruhunu ezmişler, düşmanlarla bir arada olmayı bile sakıncalı bulmamışlardır. Yahudilerle aynı paralelde Hilafet makamını sıkıştırmaları, bunun bariz bir örneği olarak elimizdedir. Son dönemlerde ise küfür cephesi çok açık bir dille "Dininizi şu şekle sokacaksınız!" diye emir vermeye bile başlamıştır. Kimle başlayıp kimle bittiği ele alındığında önümüzdeki İslam'ı şekillendirme çabasının bir buçuk asır zarfında nereden nereye geldiğini net bir şekilde izleyebilmekteyiz. Elbette hüküm Allah'ındır, kulları hakkındaki kararı O verecektir. Global alemde yerimiz mevcut dünya, teknolojinin de yardımıyla oldukça küçüldü. Saniyelerle ölçülebilecek bir zaman dilimi, dünyanın bir ucundan diğer ucuna ulaşma imkanı için yeterli olmaktadır. Şüphesiz bunun nimet olan yönü vardır. İnsanoğlu gelişen teknolojiyi lehine çevirebildiği kadar aleyhine de üretmiştir. İnternet başta olmak üzere pek çok gelişme artık nimet mi, külfet mi diye tartışılır olmuştur. En küçük örnek olarak cep telefonunu ele almak mümkündür. Mevcut durumun dikkat çeken bir yönü de esasen bu globalleşmenin bir çeşit tekelleşme olduğudur. Şu anda dünya küçüldükçe ABD'nin eline girmektedir. Dünya bir köy halini almıştır ama köy artık ABD'nin köyü olmuştur. ABD kendi köyünde, kendi bahçesinde hükmeden bir çiftçi gibi olmuş ve diğer ülkelerin iradesini kendi iradesine mahkum duruma getirmiştir. Bir halkın yöneticileri üzerindeki söz hakkından çok ABD'nin o yöneticiler üzerinde söz hakkı vardır. En başta din olmak üzere her şeyin onun beğenisine göre gerçekleşmesi şart gibi algılanmaktadır. Bunun adı tağutluktan başka bir şey olamaz. Allah'a imanın "kişisel bir hak" olmaktan öteye taşınmadığı bir kültürün ortasında İslam kültürünün yer bulması elbette mümkün olmayacaktır. Onların bu siyaseti ve isteği ise onları temsil eder. Hüküm Allah'ındır. Allah nasıl dilemişse sonunda olacak olan odur. Müslümanların bir dönemdeki dağılmışlıkları ve zafiyetleri de geçicidir. Gerek iç olgunluğumuz ve gerekse dünya çapındaki gelişmeler, İslam'ın ayak seslerini kulağı olan herkese duyurmaktadır. Yeryüzünde hakkın karşısında kah güçlenen kah sinen bir batılın bulunması tesadüfi değildir. Allah Teala dilemiş ve böyle yaratmıştır. Allah dileseydi bütün insanları tek kalıpta yaratırdı. Kış ve yaz farkının esasen gerekli bir denge olması gibi, hak ve batılın aynı dünyayı paylaşarak devam etmesinde de önemli bir denge vardır. Bakara suresinin 251 ve Hacc suresinin 40. ayetlerinde bu hakikati görebiliriz.
Ortada bir sürtüşme vardır ve bu sürtüşme, dünyada var olmanın tabii sonucudur. Dünya; hak ile batılın, mü'min ile kafirin savaş alanıdır. Bu savaşta akıbet Allah'tan yana olanlarındır. Bu bir hakikattir. Başka bir hakikat de bu savaşın son iki insan kalana kadar süreceğine olan imanımızdır. Hiçbir şart batılı bir kenara çekilmeye itmeyecek, hakkı susturmayacaktır. Var olmanın, dünyada bulunmanın sonucu budur.
Zamanımızda bu savaş bir yandan tanklarla sürdürülürken, bir yandan da mü'minlerin içinin boşaltılması veya "zararsız mü'min" durumuna getirilmesi olarak isimlendirilecek projelerle yürütülmektedir. Hadis-i şerifte ifade edilen "bütün milletlerin üzerimize çullanması" haberini bu alanda da ele alabiliriz. Bütün dünyada yeni bir düzenden söz edilmesi ama savaşların artarak devam etmesi, ABD veya kuklalarından bir devletin "insan haklarından" söz etmesinin kısa zamanda "insan katliamı" olarak ortaya çıkması başka türlü izah edilemez. ABD dünyanın dümenine el koyduğundan beri insanlık, bir ikram olarak imha edilmektedir! Pek tabii olarak da bu ikram yer yer beyinlere sinyaller gönderme şeklinde de yapılabilmektedir.
Ekonomik değerlerin din gibi algılandığı bir zamanda ekonominin ağırlıklı kısmının bu güçlerin elinde bulunuyor olmasının, mü'minler için hatta tüm insanlık için ne anlama geldiğini de pek rahatlıkla idrak edebiliriz. Ekonomi de globalleşmiştir. Bu ekonomi, büyük bir huni gibi hep ABD'nin çılgın israfına akmaktadır. Oraya doğru akmayan her ne ise o da bir bahane ile yok edilmektedir. Sessiz işgaller veya askeri işgaller sonunda aynı hedefte buluşmaktadır. Müslümanlar, ekonomiyi iman ehli olmayanların eline hiçbir şekilde bırakamazlar. İman ehli olmayanların selameti, Müslümanların dünya nimetlerini şeriatlarına göre kullanmalarına bağlıdır. Allah'ın nimetleri, O'nun Şeriat'ına göre kullanıldığında nimet olarak elimizde kalır yoksa her bir nimet bizim için savaş sebebine dönüşür, bir günlük nimet için bütün bir ömrü heba edebiliriz.
Allah'ın kullarını imtihan etmeyi murat etmesi ile ortaya çıkan bu durum geçicidir. Allah, dileyerek düşmanlarına mühlet vermiştir. Bu mühlet, mü'minler için bir çalışma fırsatıdır. Değerlendirebilenler olacağı gibi sele kapılanlar da olacaktır. Galip Allah'tır. Kendilerini galip zannedenlerin zannı avuntudan başka bir şey değildir. Elbette Allah en büyüktür.