Sene sonu yaklaşmış, ders kitaplarındaki konular yavaş yavaş bitmişti. Son sınavlar yapılmış notlar verilmişti ve öğrenciler "e okul"dan bunu takip edebilmişlerdi. On beş gün boyunca devam eden sınavların yorgunluğunu pasif muhabbetlerle geçiştirmek istiyordu gençler.

Ders edebiyattı ve ne yapacağı belli olmayan bir edebiyatçı sınıfa gelecek, muhabbetin rengi değişecekti. Zaten bazen "öyle şeyler" söylüyordu ki öğrencilerin aklı karışıyordu. Bazen de meraktan çatlatıyordu sınıftakileri. Ondan etkilenmemek, onun dediklerini düşünmemek mümkün olmuyordu gençler için. Bazı günler zil çalsa bile edebiyat dersinde başlanılmış konuları tartışırlardı.

Hocaları, bu sınıfı severdi. Bazı öğrencilerle arası daha samimi de olsa herkese takılır, herkesin dikkatini konuya odaklamasını bilirdi. İlgisizliğin sembolü olarak birazcık(!) başını sıraya koyuverse biri, bir laf dokundurmasıyla uyandırırdı. Hele tablet tutkunu arkadaşlarının bakışları kendine yönelmedikçe başka konuya geçmezdi.

Bazen de sınıfta yaptığı konuşmaları "bir hatıra tadında" gazetedeki köşesine taşırdı, yani buraya.

Sözü edilen günlerde, notlar verilmiş ve derslerin işlenmediği günlerde ders kitabını açtı ve okutmak istedi, öğretici metinlerden birini. Sınıftan, özellikle kızlardan, yürekleri yakan kulakları sızlatan bir naz nidası yükseldi. Lakin edebiyatçı da bilgi noktasında en güzel sözleri söyledi.

"Gençler, işte bilgiyle çıkarsız bir ilişkiye geçiyoruz. Yani sadece bilgi olduğu için öğreneceğiz. Yani "sınavda çıkar" tehdidi yaşamayacaksınız. Hiçbir yerde sorulmayacak size bu bilgiler. Yalnız 'öğrenmeye değer' bulduğunuz için öğrenmiş olacaksınız." Çıkarcı /menfaatçi olarak suçlanmaktan kurtulmak adına ikna olmuş göründü sınıftakiler.

Genç kız, genellikle dersleri dinlemezdi. Edebiyatı sevememişti hele de hocasını. Ancak katlanmak zorunda idi ve diğerleri gibi sessizce başını sıraya koyup uyuyabilirdi. Lakin size aklıma takılan bir şey soracağım. Kesin bir hükme varmadan önce sizin kanaatleriniz de benim için çok önemli, çünkü bir ucu da size dokunuyor." Dediğinde masanın üstündeki yerini ısıtamadan o mübarek başını kaldırdı genç kız. Çekik gözlerindeki mahmurluğu elinin tersiyle siliverdi.

Sınıftaki yalvaran, itiraz eden, laf dokunduran o kadar cümlenin karşısında yine de söylemedi o yanlış anlaşılmaya müsait konuyu. Biri yanlış anladı mı, sağa sola taşır ve onların da iyice yanlış anlamasına vesile olur, diye düşünüyordu. Öğrenciler istedikleri gibi anlarlar ve ailelerine öyle taşırlar sonra.

Tabii canlarından aziz bildikleri evlatları için anne babalar da ne gelirse ellerinden ardına koymazdı. Hatta okula kadar gider, müdür beyin kapısına dayanır sinirli sinirli konuşabilirlerdi. Nasıl bunları söyler, kendi branşını yapsın, onun branşı ile ilgili değil ki bu konular. Çocuklarımızı etkilemeye çalışmasın kendi fikirleriyle, işini yapsın. Yüksek makamlara şikayet ederim ha" gibi klasik cümleler sarf eder. Bazen de aba altında sopa gösterip velisi olduğu çocuğu fikren ve hissen korumak istediğini beyan ederdi.

Genç kız derste anlatılanlardan etkilenmişti. Tasavvuf edebiyatı gibi insanın ahlaki düzeyini din ile harmanlayan bir konu işlenmişti. Örtünme şekilden ziyade mana ve öze yönelik anlatılmıştı haya/utanma duygusu. Dinimize göre kadının kapanma ölçüleri zikredilmişti. Bilekler hizasından el ve ayaklar ile tüy bitimi hizasından yüz/sima gösterilebilirdi yabancılara. "Vücut hatlarını belirgin biçimde gösterecek kadar dar, kısa ve şeffaf kıyafetler için Efendimiz (sav) böyle yapanlar giyinmiş çıplaklar gibidir, buyurmuştur.

Daha önce de ifade etmişti edebiyatçı, "bilgi, insanı değiştirir" diye. Evet, gençler d,n, konularda yeni cümleler duyduklarında etkileniyorlardı. Onların temiz dimağlarına nezaket dolu ifadeler dokunduğunda gerekli değişim başlıyordu.

"Hayalı olmak, edepli olmak konusunda gereken bilgileri söylemek, etik değerlerden bahsetmek için din kültürü hocası olmayı hiç düşünmedi edebiyatçı.