Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c) mahsustur. Salat ve Selam, Hz. Muhammed (sav)’in, O’nun Ashabının, yolunda gidenlerin, dualarında ümmeti Muhammedi unutmayan tüm müslümanların üzerine olsun.
Dua, fıtrat-ı insaniyye’nin her dem istediği bir vesile-i katiyedir. Esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hal ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır.
Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve unvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır. Bizler havaya, suya, ekmeğe duyduğumuz ihtiyaçtan daha fazla duaya ihtiyacımız olduğunu içimizde hissetmeye başladığımız anda, duanın hayatımızdaki işlevinin başladığını göreceğiz.
Duaya duyulan ihtiyacın temelinde gerçekte Yaratıcı’ya duyulan ihtiyaç vardır. Çünkü insanın sahip olduğu ruhun mahiyeti bilinmese bile, “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir...”(6) ve “...Ben ona ruhumdan üfledim.”(7) ayetleriyle, ruhumuzun, Allah’a ait bir emanet olduğu bilinmektedir.
Özü ve kaynağı Allah’tan olan ruhun, kendi hakikatine ihtiyacının olması doğaldır. Bu noktada dua, ruhun madde âleminden mana âlemine yönelmesi, Allah’a yükselmesi, O’na ulaşması ve yüceliklerle dolu bir atmosfere gönül yoluyla seyahat etmesidir.
İyi bilmeliyiz ki, Allah’a ulaşmak için birtakım katı kurallara veya karmaşık yollara ihtiyaç yoktur. Bunun için, çok kolay ve sade bir yol olan dua, oldukça güzel bir yöntemdir. Dua etmek için sadece Allah’a yönelme niyeti ve çabası gereklidir.
Dua bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli.
Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan budur ki: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibâdet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır.
Hz. Muhammed (sav)’in hayatını incelediğimizde günlük hayatında dualar yaptığı görülmektedir. Bu dualar bizler için örnek teşkil etmektedir. Yemesi, içmesi, uyuması, beşeri münasebetleri, karşılaştığı maddi ve manevi sıkıntılar gibi durumlarda dua ederek ümmetine örnek olmuştur. İnsan ruhunun dinlenmeye ve nefes almaya ihtiyacı vardır. Bu da ancak böyle durumlarda üstün güçlü bir varlık olan yüce yaratıcıya sığınmak ve medet istemekle gerçekleşir.
Duada bir rahatlama vardır. Manevi bir lezzet vardır. İnsana verilen hisler ve duygular duanın gücü ve tesiriyle pozitif enerjiyle dopdolu olur. Said Nursî (rh.a.) der ki: “Duanın en güzel, en lâtif, en lezzetli, en hazır meyvesi ve neticesi şudur ki, duâ eden adam bilir ki, birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’nun kudret eli herşeye yetişir.
Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir kerim zât var; ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyaçlarını yerine getirebilir ve hem de onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zât’ın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir İnşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp “âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” der”(8)
Dua, Müslüman’ın Müslüman’ı takviyesidir. Hz Peygamberimiz (s.a.v.)’in; “Bir Müslüman’ın, yanında bulunmayan din kardeşi için yapacağı dua kabul edilir. O, kardeşi için dua ettikçe, yanındaki melek ona, ‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder”(9) hadisi bunu açıkça göstermektedir.
Bu kutlu sözdeki büyük müjdeyi kelimelerle ifade etmek mümkün gözükmüyor. Bu da duanın özünde bulunması gereken sevgi ve diğergâmlığın karşılığı olsa gerek. Dua bir şeyler isteyip almaktan öte, bir yerlere ulaşma, yücelere erme olayıdır. Çünkü Allah, kendisine sevgiyle yönelene karşı daha fazla sevgiyle yönelir.
(Devam Edecek)
__________________
(6) İsra Sûresi/ 85
(7) Hicr Sûresi/ 29
(8) Mektubat (Said Nursî) Sh:328
(9) Sahih-i Müslim, Zikir, 88