Yeni bir şeye sahip olmak insanı neden heyecanlandırır? İnsandaki heyecanın sebebi “yeni” olması mıdır yoksa “malik olma hissi”ni tatmin etmiş olmasından mıdır? Bilemiyorum. Bu konu üzerinde düşünmek için çaba sarf etmeliyim. Bana yardımcı olursanız sevinirim.
İnsan için “öncelikli şeyler” vardır ve bu kişiden kişiye değişir. Kimileri ihtiyaçlarına ve ihtiyaçlarını giderecek şeylere değer verirler, kimileri de isteklerine, keyiflerine değer verir. Bir eşyaya malik olduktan sonra her şey farklılaşır. Gerçi kadim kültürümüzde Müslümanların ruhuna kazınmış düşünce şudur: “Lehü’l-mülk” mülk Allah’ındır.
Bu, “sahip olma” değil “emanetçi” olduğunun bilincinde olmaktır. Asıl değil vekil(halife) olduğunu bilmek demektir. Kainatı ve içindekileri bir kelimeyle inşa eden bir kudret karşısında “sahip/malik olma” anlamına gelecek bir tutum sergilemek ancak “zalim ve cahil insana” uygun düşer. Bu kudret karşısında “hamd ve sena” secde-i makamında olmak yakışırken insana, “benim” diyerek gaflet uçurumunun kıyılarında fink atıyor.
Hikaye ederler ki; aslan, tilkiye sormuş tavşanı, koyunu ve ineği göstererek “Bunları taksim et bakalım?” Tilki; “Sabah kahvaltısında koyun yersiniz, öğlende ineği yemeniz doğrudur, akşam da çerez niyetine tavşanı atıştırırsınız.” Aslan bu taksimi beğenmiş ve bu taksimi kimden öğrendiğini sormuş. “İnek aslana, koyun bana, tavşan da tilkiye yiyecek olarak uygun düşer diyen ölmüş kurdun cesedini gösterir. Tabii tilki kurnaz, durumdan vaziyet çıkarmıştır. Kral aslanın gücünü bilmektedir. Bu taksimatla aslanın gözüne girmiş. Gerisini söylemeye gerek yok. Her kral kendine yakışanı yapar.
Bizler de, bir mal karşısında sahiplenmek yerine malın gerçek sahibini hatırlayıp emanetçi olduğumuzu ve onun bu geçici dünya hayatında kullanımımıza verildiğini bilip çizgiyi aşmamalıyız. “Bu çocuklar senin mi” sorusuna eski insanlar “emanetçisiyiz” derlerdi. Evladının emanetçisi, canının emanetçisi, vatanın emanetçisi, geleceğin emanetçisi bir anlayışında bir nesil isteriz.
Emanetçi olma şuurunda olan biri tembelleşmez, kibirlenmez ve haddi aşmaz. Sadece şarap için geçerli değildir şişede durma hali. Her şey bizi sarhoş edebilir. Bizi sarhoş eden; makamlarımız, kadınlarımız, fiziğimiz, malımız ve mülkümüz vb her şey olabilir. Kimi bir kadehte sarhoş olur, kimi içinde yüzdüğü halde uyanık kalabilir. Bu, sarhoşluğu beklenen insanın yetenekleriyle/yetkinliğiyle ilgilidir.
Bir araba alıyorsunuz, iyi, güzel, kaliteli… Ancak ruhunuzdaki yeri neresi…? Bütün birikiminiz, aldığınız borçlar vb. yıkılmış üzerine. Bu kadar yükün altında doğrulmaya çalışıp çaka satmanın derdine düşen insana acınır sadece.
Efendimiz (sav) dört şey dünya mutluluğundandır buyuruyor: “Geniş bir ev, saliha bir kadın, iyi bir komşu, iyi bir binek…” Efendimiz (sav) böyle derken Ziya Paşa da şiirinde “Asude olam dersen gelme cihana” diyor. Mutlu olmak istiyorsan kambur dünyanın sırtına adımını atmayacaksın yani. Bu gurbet diyarındaki kavgalarımız, hır gürlerimiz hep sılaya özlem içindir. Sılamız cennettir, dünya gurbettir. Gurbetinizi memleket haline getirmek istiyorsanız, kimlik ve kişiliğinizden ödün vermek zorunda kalırsınız.
“Dünyada rahat yoktur” genel ilkesiyle yaşamak lazımdır. Bizi mutlu kılacak şeyler hüznümüzü de arkalarına saklamışlarıdır. Endişeli, korku, heyecan, sevinç dalgalanmalarıyla hayat denizinden istikametini bilen bir dağlıç gibi olmalıyız. Yüzmesini biliyorsanız derinliklere inebilirsiniz.
Derinlik üst kısmınızdaki sularla ölçülür. Sizi boğacak, o kadar mal varlığını ne yapıyorsunuz? Dünya ile ilgili yatırımınız çok ise ahiret yolculuğunu hiç düşünmez, belki de tehir ederdiniz. Ama kaçış nereye? Hem maldan-mülkten kaçamazsınız hem de dünyadan mı? Öyle ise bize verilemiş nimetleri emanetçi düşüncesiyle şükür makamında kullanmalıyız. Yeni aldığınız her ne varsa hayırlı olsun efendim.