Sevgisini anlatacak kelimelerden yoksundu zihni. Gönlünde açan çiçeklerin rayihasını burnunda tütüyordu. Bu hisleri, tüm insanlarla paylaşmak istiyordu ama yapamıyordu. İçinde boy atan düşünceleri kime nasıl anlatacağını bilemedi. Hem bölük pörçük kelimeleriyle, kırık dökük cümleleriyle ne anlatabilirdi?

Ayrıca karşısındakileri kendi iklimine davet edebilir miydi bu şartlarda? Gençlik rüzgarıyla dağılmış zihinlere, katılaşmış kalplere ve başka hedeflere kilitlenmiş insanlara neyi, ne kadar anlatabilirdi?

Bir an düşündü...

Hz. Peygamberi (sav) anlamak için iyi bir fırsattı. Yalnızlığı yaşıyordu tüm hücrelerinde, ötekileştirilmiş varlığı, örselenmiş şahsiyeti ile Mekke'nin sokaklarında, Kabe'nin duvar dibinde hüzünle tefekkür eden Efendimiz (sav) halini hayallendi.

"İslam, garip geldi garip gidecek, ne mutlu gariplere" sözünü tüm çağların garipleri için söylemiş ve onları müjdelemişti. Garip olsanız dahi bu İslam davasından kopmayın, korkmayın insanların sırt çevirmesinden. Çünkü bu işin/İslam davasına tabi olmanın tabii sonucudur. Güçlü, kudretli Rabbimiz kendisine iman eden bir insanı neden böyle aciz hallere bırakıyor? Sevgisini ispatlasın, razı olduğunu ruhunun derinliklerine kadar samimiyetle hissetsin diyedir, diye düşündü ve sonra...

Bir hayal kurdu, kelime kelime anlattı etraftakilere.

"Geçen gün yolda gidiyordum. Biri koluna girdi ve adım adım yürüdük kaldırımlarda. Bana "yoldan geçen insanlara zarar veren şu taşı kaldır" dedi. Sağ ayağımın ucuyla taşı yolun kıyısına savuruverdim. Benimle tatlı tatlı muhabbet ederken tanıdığına tanımadığına selamlar verdi, selamlar aldı. Yüzündeki tebessüm hiç sönmedi. Beyaz sarığının kıyılarında sarkan saçları iki parçaydı ve ensesine kadar uzanıyordu. Sakalında az bir parça beyazlık vardı. Omuzları da genişçeydi.

Ezanlar okunduğunda "evinin önünden bir dere aksa ve sen günde beş defa orada yıkansan, sen de kir kalır mı?" diye sordu bana, ben de "hayır" anlamında başımı salladım. O devam ederek; "İşte bir insan günde beş vakit abdest alsa onda da maddi ve manevi kir diye bir şey kalmaz" dedi.

Gittik birlikte, o her azasını tam ve mükemmelen yıkadı. Sonra huşu ile namaz kıldık. Ben öyle namaz kılan birini ömrümde ne gördüm ne de duydum."

Böyle konuşuyordu. Bunlar olmuş şeyler değildi. Ancak Efendimizi (sav) o kadar çok seviyordu ki onu (sav)'i hayatının her anında yanı başında görmek istiyordu. Belki de onunla futbol da oynayabilirdi. Derneğe ya da konferans salonun gidip sohbette dinleyebilirdi. Bir AVM de alış veriş yapar, lakin lüzumsuz yere kafelerde oturmazdı.

Bazen annesine nasıl davranması gerektiğini sorar, babası ile nasıl dertleşmesi gerektiğinden bahsederdi. Arkadaşlarıyla insanları doğru yola sevk etmek için nasıl davet planları yapabilirdi.

Tüm bu soruları hayal aleminde "Efendimiz (sav) ile birlikte neler yapabiliriz", başlığı altında düşünebilirdi.

Bir vakit geçince Ondan (sav) sıkılmazdı. Modern çağda sorumsuz davranışların sahibi olmak istemezdi. Onun öğrenmek için yıllarını vermişti. Onun aşıklarının arasına katılmak en büyük arzusuydu.

İsmi anıldığında, yad ettiğinde gözlerinin sular seller akan büyük aşıklar gibi olmak isterdi.

Gönül hun oldu... diye başlayan dizeleri canında hissetmek isterdi.

Hayal alemi değil mi bu? İstediği kadar oralardan gezer, gönlünce Allah'ın sevgilileri arasında dolaşır, muhabbet ederdi. Lakin neden diğer arkadaşları da kendisi gibi hayaller kurmuyorlardı. Onlar da yeri geldiğinde Efendimizi (sav) sevdiklerinden dem vurmuyorlar mıydı?

"Kişi sevdiği ile beraberdir" sözünü duymadılar mı Ondan(sav). Keşke diğer arkadaşları da Onu (sav) gönülden tanısalar, onun(sav) kendileri için, tüm insanlık için katlandığı sıkıntıları bilseler. Onları cehennemden kurtarmak için onca baskıya, onca zulme sabrettiğini bilseler... Onlar da böyle hayaller kurmazlar mıydı? Herkeste kalp vardır ama herkes doğru sevgiyi bulsa bile hakkıyla sevemeyeceğini anladı... Tekrar güzel hayallere daldı.