Vefalı öğretmen, düğün merasimi için günün erken saatlerinde Afyon'a doğru yol alırken yıllar önce "tıp okusun" diye gönderdiği öğrencisini hatırladı. Aynı gökyüzünün altına ve aynı toprakların üzerinde olduğunu bir mesaj çekerek bildirdi.

Her daim böyle yapardı. Ne zaman bir şehre varsa orada okuyan öğrencilerini hatırlar onlara birlikte vakit geçirmenin lezzetini ikram etmek isterdi. Hatırı sayılır insan evladı öğrencilerinin sayısı çok fazla değildi. Saygılı, beyefendi ve hanımefendi öğrencilerini evladı gibi severdi.

Aradan geçen altı yıl hiç görüşmemişlerdi sevgili öğrencisiyle. Gece geç vakitlere kadar uzmanlık sınavına çalışmış olsa da çıkıp gelmişti, antika radyo meraklısı babasıyla. Yüzlerdeki tebessüm araya girmiş altı yılın oluşturduğu mesafeyi bir anda eritmişti. Gönüllerin derununa ikame olmuş muhabbetin tazeliğinde dakikalarca sohbet ettiler...

Kentin en seçkin mekanların birinde damaklarını serinletirken, babasından gördüğü sevgiyle kalp odacıkları dolmuş doktor hanım, bazen tebessümle, bazen kahkaha ile bazen de sükunetle doyumsuz muhabbetin tadına varıyordu. Masanın bir tarafında lisedeki edebiyat hocası, yanı başında hoşgörü sembolü babası... Muhabbetin başında hocası, "yaşlı babasının rahmetli olduğundan" bahsedince yıllar öncesini hatırladı genç doktor. Bir iftar vaktiydi o yaşlı adamı gördüğünde. Üzüldü ve geçmiş olsun dileklerini iletirken hoşgörülü babası da "Hocam tebrik ederim... Aslında sizden çok eşinizi tebrik etmek lazımdır. Çünkü sizin hizmetiniz bir yere kadar hakikatte yenge hanımın marifeti olduğu daha belli" deyince orada bulunmayan kahramana teşekkürler gönderdi.

Sonra eski defterler açıldı ve söz mazinin dibinden aldı başını gitti..."Benim annem de yaşlılara çok bakmıştır. Dört yaşlıya bakmış bir anam var memlekette... Her birinin cenazesi bizim evden çıkmıştır. Hatta anam kapıya gelen bir dilenciye para verdikten sonra akşam vakti gidecek yeri olmayan dilenciyi eve alıp sıcak sobanın yanında dinlendirmiş, banyo yaptırmış, kendi elbiselerinden giydirmiş, onun elbiselerini de yıkayıp kurutmuş... Yine bir hatta... Köyde kimsesi kalmamış birini de eve alıp bakmayı bile düşünmüş biridir."

Yıllarca yaşlı babasının hizmetini gören kıymetli eşinin, derin tecrübeye sahip biri tarafından taltif edildiğini fark etti vefalı öğretmen. Büyüklerine hürmet eden, büyüklerine hürmet edenleri çok seven bir hanımla aynı çatının altında olduğu için bir kez daha hamd makamında durduğunu hissetti.

Söz, berrak bir su gibi kıvrıla kıvrıla akıp gidiyordu mazinin tozlu topraklarında. Lise son sınıfta yaptıkları pikniği hatırlatan hocasının sözlerini tebessümler eşliğinde başını sallayarak onaylıyordu doktor hanım. Her şeyi an be an izlediği hayal perdesi kurulmuştu:

Kemanının tellerine dokundukça esen rüzgarın arasına karışıp uçan nağmeleri herkesi mest ettiğini hatırladı. O gün arkadaşlarından biri çay demlemek için ateşi alevlendiriyor, diğeri etraftan kuru odunlar topluyor, öbürü yaygıyı yeşil çimenler üzerine seriyor, beriki getirilen nevaleleri hazırlıyor, şuradaki deklanşörün üzerine nazik dokunuşlar yaparak her güzelliği ölümsüzleştiriyorken tüm manzarayı nazar eyleyen vefalı hocası da içinde uçuşan güzelliklerin peşinden sürükleniyordu.

Bir gün, bir kez daha bir araya gelebilirler miydi? Vefalı, Amin Maalouf'un "Doğu'dan Uzakta" kitabını okuduğunu ve üniversite yıllarında müthiş bir grup kurmuş olan gençlerin, ülkede çıkan savaş sebebiyle, kiminin Paris'e, kiminin Brezilya'ya, kiminin Amerika'ya dağılmış olduğunu ve yirmi beş yıl sonra toplanma kararı almış olmasından bahsedince o muazzam piknik bir gün, evet, bir gün tekrar edilebilir olduğunu düşündü.

Afyon'un göğe yakın tepesinde kurulmuş kalesine çıkamamış olsa da, nişanı olan iki gencin mutlu günlerine şahit olmak için davete icabet etmiş olsa da vefalı öğretmenin yüreğini serinleten ve onu mutlu kılan İmaret Camiin cennete benzer bahçesindeki birkaç bardak çay ve eşliğindeki muhabbetti.

Vakit isimli efendi, "görüşmek üzere" yazılı mührünü kabından çıkardı, anın birinde güçlü parmaklarıyla basıverdi aniden. Gölgeler her şeyin boyunu iki misli geçmişken güneş de ısısını kıstığı anda selamlar emanet edildi dost dillerden muhabbet yüklü dillere. Gizemli sese cevap veren vefalı nağmeydi son duyulan...