Ciğerimiz yanıyor Rus ve Esed uçaklarıyla bombalandıkça. Yüreğimizin yangınını söndürmek için yüz defa, bin defa daha yazsam bombalar altında yıkılmış evlerin hazin görüntüsünü ve yavruların acı feryatlarının susması mümkün görünmüyor. Kendimi görmezliğin zindanlarında kilit atında tutsam da o acıklı sesler anahtar deliğinde süzülerek dokunacak yine zayıf kalbime.

İnegöl'de her caminin önüne "ÖLÜYOR" başlıklı büyük afişleri asmış olmamız neyi değiştirecek? Camide iki rekat namaz kılacak yaşlı amca iki paket makarnayı ilerideki yardım çadırına bırakacak mı? İki paket bulguru bıraktı vazifesi bitecek mi? Gönlü, yapması gerekeni yaptığına ikna olacak mı? "Elimden gel budur" der ve ellerini Rahmana açıp "Ey Kahhar olan Allah'ım bu mazlumları acımasızca katledenleri/öldürenleri sen de kahru perişan eyle" diye semalara uçuracak mı dualarını?

Haberleri her seyrettiğimde yıkılmış evlerin arasında yardıma koşan o yiğit insanları düşünüyorum. Hastanelerde tedavi eden doktorlara hayran oluyorum. Hayatını hiçe sayarak, bir hayat daha kurtarabilir miyim diye çırpınan o insanları düşünüyorum. Kendime, nefsime soruyorum; "sen olsan ne yapardın?" diye...

Aynı zaman diliminde birkaç kilometre ötede olan olaylara karşı "tavrın bu mu olacaktı?" diyorum. Onlara karşı bir şey yapamadığımı her hücremde hissetmeye çalışırken bunu beceremediğimi de fark ediyorum ve kelimelerin gölgesine sığınıyorum.

İçimin derdini ancak bu kelimeler anlatır belki, sırdaşlara yardımcı olan kör kuyular gibi. Sırrının ağırlığı çekemeyip kuyuların karanlığına haykırılanlar gibi can yakıcı bir acizliğime ev sahipliği yapacak birkaç kelimedir ancak.

Bir televizyon haberinde;

İki kardeş vardı sekiz on yaşlarında Halep'te, bombalama sırasında küçük kardeşleri ölmüştü. Nasılda defalarca birbirine sarılıp ağlıyorlar ve acılarını paylaşıyorlardı. Onlar birbirine sarılıp ağladıklarında; ben de ekran karşısında coşturdum gözyaşlarımı. Onlar ağlayıp birbirine sarıldıklarında; gözlerimin yamaçlarındaki çağlayanlara engel olamadım, olmadım. Sarılıp birbirine ve ağladılar küçükleri için. Göz bebeklerimin önünde uçuştu yağmur bulutları o anda...

Diğer bir televizyon haberinde;

Evladım yaşında bir çocuğun önüne bir sedye koydular ve açtılar baş tarafından. Sedyedekinin kanlara bulaşmış başına "tanımak için" şöyle baktı o çocuk. Sonra zalimlerin tepesine semaları yıkacak feryatları savurdu yüreğinden. "Beni kime bıraktın da gittin baba" diye bir alev yükseldi. Etrafındaki vicdanları ateşe verdi o alev. Babasının kanlara bulanmış sakalını zayıf kollarıyla sarmaladı. Tertemiz dudaklarıyla öptü alnından "baba beni kimlere bıraktın?" cümlesi bir alev topu gibi her tarafı ateşe verdi durdu.

"Allah'ım, bu zalimleri durduracak bir kılıç gönder. Rabbim, kutsal katında bu mazlumların feryadını duyacak bir kulak var eyle. Ya Rab, bu yol senin yolundur. Mazlumiyet patikasından geçenleri huzuruna alıyorsun. Senden gayri sığınacak bir kapı bırakmıyorsun bu acizlere ya Rabbim.

Bizim yaptıklarımız ve yapmak istediklerimiz senin kapına bir adım daha yaklaşmak. Sen "böyle buyurdun" diye yardımlaşıyoruz. Mazlumların inlemeleri, katına dua maksadıyla ulaşsın istiyoruz, onların eninlerine katıştırıyoruz gayretlerimizi ve niyetlerimizi. Feryat ve gözyaşlarımıza, dost kıl katına çıkarken Ya Rab. Bize kudretinden güç ver. Sevdiğin mazlumları, bize emanet ettiğin gibi bizi meleklerinle destekle. (amin)