Adam içinde o kadar çok söz yığını biriktiriyordu ki...Günün birinde sebepsiz sanılacak bir duygu patlaması yaşamasından korkuyordu...

İnsanlarla arasındaki mesafeyi kendisi belirlediğini biliyordu. Bu hali düşündükçe "sonradan çalacağın kapıyı sert kapatma" özlü sözü hatırladı. Lakin çevresinde söz söyleyemediği kişiler ki bunlar söylenen sözün mahiyeti tam anlayamayacağı için sıkıntı üretecek kişilerdi.

İçinde biriktirdiği sözlere hakim olması kalbimin sınırlarına uyma çabası kendisini bir miktar sevindiriyordu. Zaten bir sözle "değişen" bir şey olmayacaktı. Sadece nefsinden aklına üflenmiş ve anlık rahatlama veren cümlelere dur demek gerekirdi.

Bir dil ustası olduğu halde kurduğu hassas cümleler, genç yüreklerde sınırlarını belirleyemeyeceği ufuklara kanatlanabilirdi. Bu manevi sorumluluğu sırtlanmak istemiyordu.

Geçenlerde bir öğrencisinin "merhaba hocam, nasılsınız?" dediğinde kulaklarına çarpan ses tınısını özlediğini hissetmişti. İşte bu sesin sahibine aylar öncesi harika ve kutsi bir görev vermişti. Lakin ilkin kabul edip sonradan vaz geçince derin bir gönül kırıklığı yaşamıştı adam. Gönüller arasındaki sağlam köprülerin ipleri çözülmeye yüz tutmuştu.

Onun , terbiye kokan hassas cümleleri zaman zaman bir numara büyük geliyordu olur olmaz kültürlerin etkisinde yetişen gençlere. Mazide bir gün bu dil terbiyesinden biri " hocam siz de o gün bana laf sokmuştunuz..." dediğinde "laf dokundurdunuz" diye düzeltmişti.

Yine mazinin birine baş örtüsünü basit bir baskı karşısında açmış yüreği yanık genç kıza söylediği sanılan "Annen baban senin tanrın mı ki başını açıyorsun... Allah'ın emri varken..." gibi itici yargılayıcı ifadeleri hatırladı... Zira adamın zihin sözlüğünde bu tür yargılamalar yoktu. Bunlar hassas cümleler sınıfına giremezdi zaten.

Ancak "sağlığı bozuldu sizin yüzünüzden" bahanesini kırık gönlünde taşımaktan bıkmıştı.

Bilirdi ve her zamanda söylerdi zaten; "yanlış anlaşılma ihtimali varsa bir sözün, mutlaka yanlış anlaşılır."