"Hakaret etti" cümlesiyle muhatap olmak istemem, asla. Zira düşünce ve gönül ikliminde böyle bir niyet taşıma alışkanlığım yoktur. "Hakaret" insanın onur ve şahsiyetine vurulmuş en ağır darbelerden biridir. İftiraya bulandırılmış bir "hakaret" daha da ağırdır onurlu insanlar için.

Psikolojik savaş malzemesi olarak kullanılan bir tutum gibi görünüyor bu mesele. Bir kavgada belden aşağı vurmak gibi bir davranıştır. Adam gibi savaşamayınca, yenileceğini görüp minder dışına kaçmaktır. Hedef saptırma, dikkatleri farklı yerlere çekme çabasıdır. Bir hakikati kalın bir örtüyle örtme çabasıdır hakaret.

Tüm bu fikri çağrışımların ardından beşeri, insan kılan sözlerin kaynağı Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur. Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini söylemeyin. [Tirmizi]
Ölülerinizi iyilikle anın. Eğer Cennetlikse, kötü söylemekle günahkar olursunuz. Cehennemlik ise, zaten içinde bulunduğu hal kafi gelir. [Nesai]

Aslında mevzu burada noktalanmalıdır diye düşünseniz de bazı akıl sahibi insanlar olayı farklı bir yerinden bakacaklar ve överken de yererken de kullandıkları bir yöntem olarak görecekler meseleyi. Nasıl yani anlamadım derseniz, açıklayıcı bir delil sunalım.

Kur'an-ı Kerim de şöyle buyurur; "Yahudi ve Hıristiyanların, peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim'i kendilerinden olduğunu savunarak üzerinde bulundukları dinin doğruluğunu ispatlamaya çalışması gibidir. Her iki dinin mensuplarının kendilerini haklı görmek için dillerine doladıkları bu tartışmayı Rabbimiz Hz. İbrahim'in muvahhit bir Hanif olduğunu belirterek tarihi münakaşaya son veriyor.

Bu övgüler, kendini haklı çıkarmak için dolaylı bir delil getirmedir. "Ben haklıyım" demenin ayrı yoludur kabul görmüş bir büyük zat üzerinden konuşmak ve onun sözlerine dayanmak.

Hatta bir cemaat içindeyseniz ya da bir partinin üyesi iseniz, düşüncelerinizin bir kısmında kurucunun sözlerine, liderin/şeyhin tavırlarına atıfta bulunarak doğru yaptığınızı delillendirmek istersiniz ki bu samimi ve doğru olduğu müddetçe güzeldir. Hatta böyle yapılmalı ki liderin/şeyhin izinden ayrılmadığı belirlenmiş olsun.

Şimdi madalyanın öbür yüzüne bakalım.

Bir düşünceyi, bir sistemi beğenmiyorsanız bunu da direk söyleme imkanından mahrumsanız. Yani korkuyor ve çekiniyorsanız onunla ilgili dolaylı cümleler kurar eleştirinizi yaparsınız. Edebiyat dünyasını silahşorları olan sanatçılar fabl türü icad ederek bir yöntem geliştirmişledir. Hayvanlar dünyasından ya da cansızlar dünyasından seçtiği kahramanlarını konuştururlar. Anlayan, anlar tabii.

Hakaret etmek ile kötü yapılmış bir şeyi söylemek arasında bir ayırım yapmak gerekiyor galiba. Biri kötüyü/kötülüğü icra etmişse onu söylemek, hakaret midir? Yoksa o yapılanları söyledikten sonra ağza alınmayacak sözler söylemek midir hakaret etmek?

Olumlu açıdan örnek vereyim dese; bir adamı fakir fukaraya yardım ederken gördük diyelim. Şimdi olanı, gördüğümüzü, söylemiş olsak ve ardından Allah razı olsun gerçekten o çok güzel biridir, çok cömerttir, helal olsun adama gibi adam, biçimindeki yorumlarımız methetmektir değil mi?

Hakaret etmek, küçümsemek, gözden düşürmek maksatlı konuşmalar yapılır. Ne kadar da niyetler açıklamamış olsa da etraftaki niyet okuyucular meseleyi kökünden kavrar ve niyeti cümle cihana duyurur.

Kötü söz sahibine aittir. Dil terbiyesi gerekir olgun insana. Kalbe de dil denirdi eskiden. İki dili arasını açmamak lazımdır. Müslüman düşünür söyler münafık düşünür söyler. Yanlış anlama ihtimali olan her konu art niyetli insanlar tarafından mutlaka yanlış anlaşılır. Bir zan üzerine bina edilmiş cümleleri, en büyük hakikat gibi söylenir. Bazıları da söylenmeyeni söylenmiş gibi algılar ve aşırıya kaçabilirler.

"Sözü söyleyene kadar sen ona hakim olursun ama ağzından çıkınca sen onu esiri olursun" der güzel bir sözde yine. Velhasıl "hakaret etmek" gibi bir davranış güzel ahlaklı bir müslümanın onurlu şahsiyetine yakışmaz deyip bitirelim bugünü de...