“Ben onu asla terk etmem” diyen diploma sahibi bir müntesibin cümlesi aktarıldığında çok şaşırdım. Diploma sahibi dedim ama aslında okumuş biri demem gerekiyordu. Fakat okumak; aydınlamak, bilinçlenmek olduğuna inanıyorum.
Aslında yazının teması, “din büyüklerine nasıl bir bağlılık” olmalıydı. Zira dünyayı değiştirmek isteyenler, etrafına topladıkları insanları büyük bir ustalıkla sevk ediyorlar. Bir fikir ve bir ideal etrafında birleştirdikleri insanları yüksek heyecanlarla ve derin bağlılıklarla yumak haline getiriyorlar. Aslında gerçek başarıların altında da bu unsurlar yatıyor.
Nice sıra dışı liderlerin arkalarına taktıkları kalabalıklarla elde ettikleri başarıları inceleyiniz bu genellemeleri görürsünüz. En temel sorun, peşinden gidilen fikrin, düşüncenin doğruluğu veya yanlışlığıdır. Zira insanlar için zor olan şudur; doğru ne, yanlış ne? Fikir doğru olsa dahi yöntem/metot yanlış olursa yol bizi nereye götürür hiç düşündük mü?
Bir Müslüman adam “başlıkta zikredilen sözü” söyleyebilir mi? Evet, ne var bunda, ben de söylerim benim gibi birçok hizmet eri de söyler diyenler çıkabilir. Hayır, asla bir Müslüman adam bunu söylemez diyenler de olabilir.
Fikirlere, onları söyleyen insanlar üzerinden baktığımızda kafa karışıklığı oluşur bazen. O insanın üzerimizdeki etkisi, hayatımıza kattıkları, onunla birlikte yaşamışlıklar vardır da geçemezsin hatırdan. Vazgeçtiğinde dostların söyleyeceğin yakıcı sözler bir yandan, vefasız davranmış olmak öbür yandan sıkar durur kalbinizi.
İlkesel davranmak durumunda kalınırsa, herkesi ve her şeyi, fikirlerin terazisi ile tartabilir insan. Fikrin bizzat kendisi değerlidir ve ölçüdür. Değişmez fikirler vardır insanın hayatında; dostlarını, o fikre sahip olanlardan seçer, o fikri paylaşanlarla birlikte olmaktan mutluluk duyar. Sahip olduğu her fikrin bedelini de bizzat kendi öder. Beyin ve gönül koalisyonun büyük gayreti ile sahip olduğu fikirler (ilim/Kur’an ve sünnet bilgisi) kendini takva sahibi biri, yapar ve sadece Rabbi ile olan rabıtasına gönül verir. Çünkü Allah’ın katında kimse kimsenin günahı yüklenmez.
Peki, anlamaya çalışalım bu psikolojiyi. Karşısındaki insana, bir cemaate ya da hocasına aslında ne kadar da derinden bağlı olduğunu anlatmaya çalışırken sehven dudaklarından yuvarlanmış talihsiz cümlelerdir bunlar.
Aklımızı bir kıyıya koyarak bir zata bağlanmak doğru değildir. Cenaze yıkayanın “önündeki ölü gibi” olmak örneği doğru değil sanırım. Bizim irademizi öldürmek için seçilmiş ilginç bir örnek olsa gerek bu. Hâlbuki Rabbimiz “düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz?” buyurur. Efendimiz (sav) Bedir Savaşı öncesi bir karargâh yeri seçmişti. Hubab bin Munzir (ra) gelip; “Ya Rasulullah burayı seçmeniz sizin görüşünüz müdür, yoksa Allah’ın emri midir?” demiş. Vahiy olmadığını öğrenince askeri dehasıyla fikrini söylemiş. Bir seriyyede imam seçilen komutan ateş yaktırıp, “ateşe atlayın” demiş, sahabelerden bazıları az kalsın “itaat farzdır” diye atlayacaklarken “İslam’ı ateşe girmemek için seçtik” deyip vazgeçmişler. Sonra durumdan haberdar etmişler Efendimiz’i (sav) ve O da “isyanda itaat olmaz” demiştir.
Kayıtsız şartsız emre itaat istemişler Mehmet Akif’ten İttihat ve Terakkiye girmeden önce, o da “meşru işlerde kaydıyla” diyerek yemin metnini değiştirmiş.
“Kanımız aksa da Fenerbahçeliyiz” gibi, koyu bir taraftar mantığı körlüğünde olmamalı dini bağlılıklar. Fıkıh kitaplarında “imam uymaya ittiba, şeyh tabi olmaya intisap, devlet başkanına bağlılığa biat denir” gibi açıklamalar vardır. Biat etmek farzdır ve en güçlüsüdür denir. Müslümanların siyasi birlikteliği de çok önemlidir.
Taraftar türbininde profesör de bir taraftardır kitle psikolojisi açısından. Buradan bakınca cemaatler bir futbol takımı değildir. Hocalarımız, ağabeylerimiz, şeyhlerimiz her kimse, dinleyip feyiz aldığımız, kimselerin sözlerine dikkat etmeliyiz. Dine mi bağlıyorlar, kendilerine mi bağlıyorlar fark etmek mecburiyetimiz vardır. Lakin aradaki inceliği kim ayırt eder, bilemiyorum artık…