Gündemdeki olayları takip ederken içinizde bir şeyler kıpırdıyorsa, bir tarafa doğru çekiyorsunuz demektir. Bir tarafa çekmekten korkmamalı insan ancak adil olmalıdır. Empati yapmayı bilmek gerekir?
Bir tarafın insanı olarak, adil olabilir ve konuştuğumuz sözlerin, savunduğumuz fikirlerin yanlış olabilme ihtimalini de akıldan çıkarmamak gerekir. Sevdiklerimizden bazen nefret ederiz, nefret ettiklerimiz hakkında, edindiğimiz bilgiler kalbimizi yumuşatır bazen.
Zihnimin ortasına bir soru gün geçtikçe büyüyor ve kök salıyor. Tüm bedenime hakim olmasına izin veremem. Zira hayatım o fikir üzerine bina edilmiş değildir.
Bir tanıdığıma "Hoca Efendi ne yaparsa onu terk edersiniz?" dedim samimiyetle. Ben bu soruyu sorarken muhatabımın salimen düşüneceğini ve şaşıracağını, sessizlik içinde dalıp gideceğini tahmin etmiştim. Sanırım, zihni birden hükümet tarafının yaptığı ve bir sürü hatayı sıraladı. Özellikle "mala tamah ederse ve yolsuzluk yaparsa... vb." dedi. Hoca Efendi bunları yapar mı? Haşa, mümkün mü? Ne-uzü billah...
Tam da bir düşünce alanı açmak istemiştim ki olmadı. Kötü sıfatların hepsi karşı tarafın bir özelliği. Yıllar önce bir dervişe, Peygamber Efendimiz (sav)'in "zelle" denilen ufacık hataları olmuş ve Rabbimiz, Efendimiz (sav)'i uyarmış. Abese Suresinde beyan edilen olay budur, dediğimde bu, yeni öğrendiği bir konu oldu. Şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. "Senin şeyhin bir hata yapar mı? dediğim de başını iki yana hışımla sallayarak sessiz bir itiraz da bulundu.
Tabi mesele kolay değil. Yılladır dini ondan/kendisinden dinlemişsin, şeyhim demişsin, rabıtalarda onu düşünmüşsün, peygamber değil ama peygamberin varisi olarak görmüşsün, kendinden şüphe etmişsin ama şeyhinden asla, diğerlerinin "yanlış dediğin her şeye" şeyhin gerekli ve tatmin edici() açıklamaları yapmış, bunları zihnine kodlamışsın. Şimdi bir geliyor ve neler diyor?
"Şeyhin hata yaparsa" diye başlayan bir cümle kuruyor? Düşünmek bile ürkütücü. Derviş nereye gidecek o küçük hataları kabul ederse. Yatacak yeri olmaz. Şüphe düşmeye görsün kalbine, kemirir durur içini. Ya sapıtırsa, ya terk ederse, ya kendine zarar verirse...
Sanırım bağlanırken hatalı bağlanıyoruz. Kitapta müşrikler için şu ifade vardır. "Ve insanlar arasından Allah'ı bırakıp Ona ortak koşanlar vardır. Onları Allah'ı severcesine severler." Reddedilmiş bir sevgi bu, kötülenmiş bir sevgi bu ama var olan bir sevgi aynı zamanda. Herkese "hak ettiği değeri" vereceksin derler ya işte öyle.
Hasan El Benna ne güzel demiş: "Allah Rasulü' (sav)'den başkasının sözlerini alırız da bırakırız da." En büyük alimlerimiz de olsa sözlerine tabi olmayabilir veya katılmayabiliriz. İnsanları gereğinden fazla yükseltmeyelim ve bize uymuyorsa sözleri, tavırları bırakalım.
Bağlanmışlar için zor şeyler bunlar. Hoca efendi ne yaparsa onu bırakırız? Sorusu zihnimizin kıyısında ve düşünüyoruz daha...
Ebu Bekir (ra) ne diyor "doğru olduğum sürece benimle birlikte olunuz." Hakikatin ölçüsü bellidir. Vahyin dışındakiler hakkında kabul ve bırakma makamındayız diye düşünüyorum.
"Tek adamlık dönemine doğru" diye bir başlık okuduğumda da şaşırdım. Hangi cemaat, hangi tarikat tek adamsız ki? Dini kurumların içinde olanların tekliği ile siyasetteki teklik aynı değildir. Siyasileri bir sonraki seçimde seçmeyiverirsin olu biter. "Sandığa gömersin" meşhur ifadesiyle. Ancak dini lideri nereye gömeceksin topraktan başka. Saygısızlık yapmak istemediğimi, saygısızlık olsun diye yazmadığımı özellikle belirtmek istiyorum.
Sevgi merkezli ilişkilerde her zaman dengeli olamıyoruz. Akıl dürbününden bakmalıyız biraz da. Akıl terazisiyle tartmalıyız. "Akıl etmez misiniz?" sorusunun tadını almayız. Sevelim insanları, hocalarımızı, şeyhlerimizi, liderlerimizi, anne babamızı, öğrencilerimizi... Fakat her şey yerli yerinde olsun. Siyasetçi siyaset yapsın, hocalar-ilim adamları fikir versin nasihat etsin, askerler kışlada bulunsun. Bir alandan öbürüne uzanılmasın. Eğer yapılacaksa oyuna girilsin. Herkes bilsin.
.