Masanın başına oturdu büyükçe bir kağıda yazacaktı anlatacağı konuların hatırlatıcı cümlelerini. Bu konuyu daha önce de anlatmıştı. Dinleyenler "yine aynı şeyleri söyleyecek" diyecek kimselerden değildi. Lakin bu konu onu çok tedirgin ediyordu ve her zaman da edecekti.

Zira bu konudan bahis açmak, kelimeleri ardı ardına dizmekten öte bir marifette de gerektiriyordu. "Laf olsun da söyleyeyim" denilecek cinsten değildi. Kendi yüreğine kurşun sıkmak gibi bir şeydi bu konuyu anlatmak. Sesinin titremesi, konuştukça kendisini sıkıntıya gark edecek bir hal alabilirdi.

Önce kelimenin tanımını düşündü. Çünkü her ilmin bir tanımla başladığını bilirdi ve doğru olan da böyle olması idi. Bir "Türkçe sözlük" ya da bir "kavramlar sözlüğü" açıp bakmaya gerek görmedi. Kendi kelimeleri ile tarif edebilirdi kavramı. Ancak Kitapta konu hakkında neler yazıyor diye bakmadan da edemedi. Allah'ın sözlerine çok ihtiyacı vardı. Aklını, Rahman'ın sözlerine dayandırdığında sağlam bir yere tutunmuş gibi hissederdi kendini.

Arabasına bindi, yol tekerleklerin altında akıyordu. Yola ve yoldakilere baksa da onlarını görmüyordu. Zira zihni anlatacağı konu ile meşguldü. On dakika sonra konuşma yapacağı masanın ardındaki yerini aldı.

"İhlas nedir?" diye sorduğunda Efendimiz (sav)'in dikkatleri toplamak için soru sorma metodunu hatırlamasa da sesli düşünmeyi severdi. "İhlas'ın Türkçe karşılığı samimiyet" deyip bitirmek kolaycılık olacaktı. "İhlas, bir davranışın yapılma amacı ne ise onu kastederek yapmaktır" dedi.

Sözlükte "arınmak, saflaşmak, kurtulmak" manasındaki hulus / halas kökünden türetilmiş olup "bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak" anlamına gelen ihlas kelimesi, terim olarak "ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak" demektir.

İslami literatürde ihlas daha geniş olarak şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeyi ifade eder."

"Sonra ihlas nasıl kazanılır?" sorusunu; "ihlası bozan davranışlar nelerdir?" sorusu ardından da "ihlas ile niyet arasında bağlantı var mıdır?" gibi sorular geldi. Her soru bir düşünme baloncuğu açıyordu zihinlerde.

Mademki doğan her çocuk İslam fıtratı, (yani İslam'ı kabul etmeye yatkın olarak doğar sonra da anne babası Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi ise onu da kendilerine benzetirler mealindeki hadisten ilham alarak insan ihlas yatkın ve yetenekli) doğar. Henüz işin raconunu öğrenmemiştir o masum. Annesi ve babasını kendi menfaati için kullanmayı bilmez. Karnı acıktığında, altına yaptığında, gazı geldiğinde ağlar büyükleri de bu aciz kula yardım ederler. Dünya hayatı ve menfaatçi anlayış ihlas bozmaya katkı sunar.

İhlaslı olmayan riyakar olur. Riya, ateşin odunu yaktığı gibi amellerin sevabını yakar. Hem Rabbimiz bu riyakara şöyle seslenir; "Benden başka her kim için yaptıysa git ondan iste sevabını..." Zavallı riyakar, müflis riyakar.

İhlas yoksa yalan vardır, riya vardır, -mış gibi yapmak vardır, içten pazarlık vardır, maskeli bir hayat vardır ve sonuç yoktur, bereket yoktur...

İhlas varsa; gönül rahatlığı vardır, dürüstlük ve güven vardır, özgüven vardır. Niyet hayır akıbet hayır diyen o veciz sözde İhlasın güzelliğini anlatır. "İnsanlar helak oldu, ancak amel edenler kurtuldu, amel edenler helak oldu ancak alimler kurtuldu, alimler helak oldu muhlisler (ihlaslı olanlar) kurtuldu" buyurdular.

İhlaslı olanlar, sadece "olması gerektiği" gibi bir hayat yaşarlar. Tüm bilgi, tüm öğrenme çabaları bu noktada toplanmalıdır. "Olması gerektiği" gibi nedir? Çok basit, Hud Suresinde belirtiliyor ki Efendimizi (sav) ihtiyarlatan cümle: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" işte ihlas, işte samimiyet.

Dudaklarından dökülen anlam deryası dinleyenlerin gönüllerine dokunuyordu. Ancak birkaç hikaye daha eklemeyi gerekli gördü. Şeytan ile güreşen önce yenen sonra da yenilen fakir dervişin hikayesini anlattı. Hz. Ömer Devrinde bir kalenin fethinde büyük yararlılık gösteren askerin samimiyet hikayesini anlatırken kelimeler düğümlendi boğazında. İşte burası zordu.

Başını eğdi, gözlerini kıstı ve sustu. Odanın içine ikindi güneşi ışınlarını gönderiyorken oradakilerin nefeslerini tuttuklarını fark etti. Titrek bir sesle, küçük başarılarda nefsinin reklamını yapan çağın insanına bir samimiyet tablosu ikram olsun, dedi. En zor cümleleri henüz daha söylemediğini biliyordu.