Bir bitki türü olan kahve anavatanı Habeşistan'da önce yiyecek olarak tüketilmiş, XV. Yüzyılın başlarında ise Yemen'de tanınmaya başlamıştır. Aynı yüzyılın sonlarından itibaren, kahve bitkisi tanelerinin çekirdek kısmı, toz haline getirilerek ve sıcak su ile karıştırılarak içecek halinde tüketilmeye başlanmış ve bu şekilde yaygınlık kazanmıştır.

XVI. yüzyılın başlarında Mekke'ye, ardından Kahire'ye nihayet yüzyılın ortalarında da İstanbul'a ulaşmıştır. Osmanlıda her kesimin beğenisini kazanmış, yoğun şekilde benimsenmiş ve günlük hayatın vazgeçilmezleri arasında yerini almıştır. Hatta farklı pişirme usulleri ve tüketim biçimleri üretilerek zamanla milli bir içecek haline dönüşmüş ve "Türk kahvesi" adıyla anılmaya başlamıştır.

Kahve kabul gördüğü her toplumda kısa sürede toplumsal ilişkileri şekillendiren, hazırlanmasından sunumuna ve içimine kadar pek çok ritüeli olan sosyolojik bir olguya dönüşmüştür. Türk kahvesinin de tadı, kokusu, köpüğü, kendine has pişirme yöntemi ile kültürel ve toplumsal bir içecek vasfı taşıdığını söyleyebiliriz. Sözlü ve yazılı kültürümüzde de önemli bir yeri vardır.

Türk kahvesi, yeşil tane halindeyken kavrulup özel kaplarda soğutulduktan sonra havanda, dibekte dövülüp ya da değirmende çekilip pişirilmeye hazır hale getirilir. Türk kahvesi 19. Yüzyıl sonlarına kadar çiğ çekirdek olarak satılıyor ve evlerdeki kahve tavalarında kavrulduktan, el değirmeninde çekiliyor ve pişirilip içiliyordu.

Otuz yıl öncesi İnegöl'ünde de bu uygulamayı görebilirdiniz. Çünkü kahveyi taze tutmak çok kolay değildir. Kurukahveciden yeşil çekirdek olarak alınan kahve evlerde, ihtiyaç hissedildiği kadar kavrulur ve el değirmenlerinde öğütülürdü. Kurukahvecilerimizden, kavrulmuş çekirdek olarak da, öğütülmüş toz kahve olarak da alabilirdiniz. Ama az miktarda ve tüketince yeniden almak en doğrusuydu.

Kurukahveci dükkanlarının bulunduğu aralığa girdiğinizde o güzel kahve kokusunu hissederdiniz. Çoğu bir başka işin beraberinde de yapılıyor olsa da kurukahveci esnafı temiz mavi önlükleri ve beyaz kollukları içinde sizi karşılardı. Küçük kese kağıdına kahvenizi koyar ve havası uçmasın diye ağzını bir kaç kez katladıktan sonra zımbalardı.

Yoğurt pazarındaki Gözlüklü Ali Efendi (Saraçoğlu), Ayakkabıcılar Çarşısı girişindeki Remzi Efendi (Korkmaz), Çınarlaraltı'nda Cemal Efendi (Şengün), tabii ki Kitapçılar Kollektif Şirketi ve Köseleciler Ticaret bu işin en bilinenleri olarak hafızalarımızda yerlerini aldılar.

Kaynakça : seda Gül Kartal Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın eserlerinde Kahve Kahve Kültürü Uluslararası Folklor ve edebiyat dergisi Kıbrıs Üniversitesi Cilt 23, sayı 91, 2017/3