Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c) mahsustur. Salat ve Selam, Hz. Muhammed (sav)’in, O’nun Ashabının, yolunda gidenlerin, hakkın hak bilip hakka tabi olan ve batılı şer bilip ondan kaçan tüm mücahid ve mücahidelerin üzerine olsun.
Gündemimizi meşgul eden Türkiye sınırlarının hemen dibinde dönmekte olan olaylara alimler nasıl bakıyor. Biraz araştırma sonucunda ulaştığımız sonuçları sizlere aktarmak istiyorum.

Cemiyet halinde yaşayan insanoğlunun, dünya hayatıyla ilgili olan ihtiyaçlarını sayıyla ifade etmek mümkün değildir.

Ancak kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun her insan; hayatının korunmasını, adaletle muamele edilmesini ve inandığı gibi yaşama imkânının sağlanmasını arzu eder. Bütün siyasi ve sosyal organizasyonlar, insanoğlunun ihtiyaçları sebebiyle ortaya çıkmıştır. Cemiyet halinde yaşayan insanların; siyasi, iktisadi, hukuki ve ahlâki hükümlere ihtiyaçları vardır.

İslâmî siyasetin temel rükünlerini; ‘vahiyle sabit olan hakikatlere teslim olmak, adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, herhangi bir ayırım yapmadan (kavmi, rengi, dini ve dili ne olursa olsun) teb’asının saadetine vesile olmak‘ şeklinde ifade edebiliriz.

İmam-ı Şâtıbî; “Dini hükümlerin konulmuş olmasının sebebi, insanların dünya ve âhiret hayatıyla ilgili maslahatlarının teminine vesile olmaktır”(1) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. İslâm âlimlerinin maslahat kavramıyla ifade ettikleri keyfiyetin; günümüzde yaygın olan pragmatizm ideolojisiyle, uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur.

İmam-ı Gazali, ‘El Mustasfa’ isimli usûl kitabında, şu tesbitte bulunmuştur: “Bizim maslahattan kasdımız, İslâm’ın (şeriatın) temel hedefleriyle sınırlıdır. İnsanoğlunun can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin muhafaza edilmesi farzdır. Bu beş şeyin korunmasına vesile olan her şey maslahattır. Bunların zâyi olmasına sebeb olan şeyler de mefsedet hükmündedir. Mefsedetin izalesi de maslahattır.”(2)

İmam-ı Cüveynî, maslahat konusunu, kıyas-ı fukahanın bir unsuru olarak ele almış ve nassa dayanan, gayesi akılla anlaşılabilen ve insan için zaruri olan maslahatları izah etmiştir. Fıkhi bir terim olan maslahatı ifade için Kur’an-ı Kerim’de müradifi olan ‘hasenât’ (güzellikler-iyilikler) terimi kullanılmıştır.

İslâm’ın temel hedefi insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini sağlamak, haklarını ve hürriyetlerini muhafaza etmektir. Meşrû bir sebeb yokken bir insanı öldürmek, bütün insanların can emniyetini ortadan kaldırmak için işlenmiş bir cürümdür..

Peygamberimiz Efendimiz (sav) masûm bir insanı öldürmenin vehametini, şu veciz ifadeyle tebliğ etmiştir: “Allah’ın indinde dünyanın yok edilmesi, masûm bir insanı öldürmekten daha ehvendir.”(3)

İslâm Fıkhı’nın mahkûm edildiği, farzların yasaklandığı ve haramların teşvik edildiği ülkelerde yaşayan müslümanlar ile Dâru’l İslâm’da yaşayan müslümanların ‘içinde bulundukları hal’ aynı değildir.

Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmedilen bir İslâm ülkesi için üç farklı tehlikeden söz etmek mümkündür: Birincisi: Kafirler, İslâm ülkesini işgal ve istilâ edebilirler. (Tıpkı Filistin’de, Çeçenistan’da, Keşmir’de ve Filipinler’de olduğu gibi). İkincisi: Bir şehir veya bölge halkı topluca irtidad ederek, Darû’l İslâm’ın sınırları içindeki bir beldeyi ele geçirebilirler. Üçüncüsü: Mü’minlerin emirine zimmet akdi ile bağlı olan gayr-i müslimlerin, bu akdi bozmaları ve İslâm toprağını istilâ etmeleri mümkündür.(4)

Son bir asır içerisinde İslâm topraklarında yaşayan müslümanların bu üç tehlikeyi, aynı zaman diliminde yaşadıklarını söylemek mümkündür. Dolayısıyla son yıllarda yaşanan siyasi hadiseleri tahlil ederken; hem içinde bulunduğumuz hali, hem de Sünnetûllahı dikkate almamız gerekir.
(Devam edecek)
____________________
(1) İmam-ı Şâtıbî-El İ’tisam- Beyrut: 1986 C: 2 Sh: 4
(2) İmam-ı Gazâlî-El Mustasfâ min İlmi’l Usûl- Beyrut:1937 C: 1 Sh: 286-287
(3) Şeyh Muhammed b. Süleyman-Mecmuatû’l Enhur (Şerhû Damad) İst: 1316 C:2 Sh:615
(4) Şeyh Nizamüddin ve Heyet-Feteva-i Hindiye- Beyrut:1400 C:2 Sh:232
MAİL: yusuf-taha@outlook