Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c) mahsustur. Salat ve Selam, Hz. Muhammed (sav)’in, O’nun Ashabının, yolunda gidenlerin, hakkın hak bilip hakka tabi olan ve batılı şer bilip ondan kaçan tüm mücahid ve mücahidelerin üzerine olsun.
Günümüzde ‘Selefilik’ adına, tekfir fırtınasını estiren zümrelerin Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat vasfına haiz olduklarını söylemek mümkün değildir.Son yıllarda yayınlanan bazı eserlerde; itikadi fırkalar tasnif edilirken “Selefilik, Eş’arilik ve Mâturidilik” şeklinde, üçlü bir tasnif ön plâna çıkarılmaktadır.

İmam-ı Eş’ari’nin ve İmam-ı Maturidi’nin “Selef-i Salihin’e” bağlı olmadıklarını çağrıştıran bu tasnif doğru değildir. Selefiliğin itikadda İmam Ahmed b. Hanbel’e (rh.a) bağlı olduğunu iddia eden müellifler, bu fırkanın İbn-i Teymiyye, Muhammed b. İbn-i Kayyım El Cevziyye ve Şeyh Muhammed Bin Abdülvahhab tarafından sistemleştirildiğini ileri sürmektedirler.

Suudi Arabistan’ın resmi ideolojisi olan Vahhabilik ile Selefilik arasında (usul ve furû açısından) herhangi bir farkın olmadığını söylemek mümkündür. Dört yıl önce Misak Dergisi’nde; Cezayir Hayır Cemiyeti Başkanı İmam Şemsüddin Burudi’nin ‘Neo-Selefiler, İslâm Düşmanlarının Emellerine hizmet Ediyorlar’ şeklindeki tesbitine yer vermiş ve bu ideolojik hareket ile istihbarat örgütleri arasındaki münasebeti gündeme getirmiştik.

Kısaca hatırlatmakta fayda vardır: ‘ Suudi Selefiye ile Cihadi Selefiye arasında başlayan ve zaman zaman silahlı mücadeleye dönüşen iç savaş, yüzlerce fırkanın ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Cezayir’de yaşanan iç savaş esnasında bazı Selefi fırkalar, kendileri gibi düşünmeyen her müslümanı ‘düşman’ gibi görmeye başlamışlardır.

Hayır Cemiyeti eski Başkanı ve Cezayirlilerin yakından tanıdıkları Şemsüddin Burubi, İslâm Online haber portalına, hem Suudi-Vahhabi, hem de Cihadi Seleficilik’in asıl İslâmi hareket ve uyanışı baltalamak için, yıllar önce İngiliz istihbaratınca programlandığını ve siyaset sahnesine çıkartıldığını ifade etmektedir.

Cezayir halkının Fransızlara karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi esnasında ve daha sonra bu akıma teveccüh etmediklerinin altını çizerek kendilerini Selefi olarak isimlendiren grupların Selef alimleri ile irtibatlarının olmadığını ifade etti ve şu tesbitte bulundu: ’Bu Selefiler, kendilerinden farklı düşünen müslümanları kolaylıkla ‘din düşmanı’ veya ‘mürted’ olarak ilân etmektedirler.

Biz Elbani veya İbn Teymiye’nin hata ettiğini söylediğimiz zaman aşırıya kaçarak onların dinden çıktığını söylemiyoruz. Hata etmiştir demekle yetiniyoruz. Ama onlar birilerini kâfir göstermek için hata araştırıyorlar, ufak hataları tekfir etmek için kullanıyorlar. İslâm âlimlerine süikast düzenliyorlar.

Fransa’da Şeyh Sahravi’yi kimler şehit etti. Ebu Süleymani’yi kimler katletti. Bunları Malikiler, Eşa’riler katletmedi. Bunlar ‘Dört mezheb fazladır’ dediler, kendileri 280 parçaya bölündüler. Grup ve mezhepçiliğe karşı olduklarını söyleyerek yola çıktılar, ama 280’i aşkın Selefi grup ve fraksiyon ortaya çıktı.. Hani grupçuluğa ve fırkalaşmaya, daha da ileri götürüyorum, mezhepçiliğe karşıydınız?

Bütün bu Selefiler bir şeyde anlaşıyorlar: Kendileri gibi düşünmeyen herkesi tekfir etmek ve her şeye muhalefet etmek.. O kadar muhalifler ki, kendi kendilerine de muhalefet etmeyi de marifet zannediyorlar. Ehl-i sünnet olan dört mezhebin mensuplarına karşı, ısrarla ‘Kur’an ve Sünnet bize yeter’ sloganını kullanıyorlar.

Güya Müslümanların vahdetini, mezhepleri ortadan kaldırarak sağlayacaklarını söylüyorlar. Müslümanları, bırakın dördü beşi, yüzlerce parçaya böldüler.

Son yıllarda 280’e yakın selefi fırka; birbirlerini sapıklıkla ve dinden dönmekle itham etmeye başladı. Allah izin verirse yakın bir zamanda, Suudi, Cihadi ve Radikal Selefçilerin bidatlerini ortaya koyan bir eser kaleme alacağım’.(1)
(Devam edecek)
____________________
(1) Misak Dergisi-Şubat 2010 Sayı: 231 Sh: 9-10