Bazı yazarlar vardır toplumun önünde gider, bazı yazarlar ise gerisinden... Ne demek bu? Şu demek, deyip derin açıklamalarda bulunmak isterdi ancak yazısının yönünü ve metodunu belirtsin, diye yaptığı bir giriş ile bitirmek istemiyordu.

Çünkü her yazar toplumun önünde olması mümkün değildi. Toplumun yöneldiği tarafı kestirip toplumun önünü açan ya da toplumun yönlendiren bir yazar olmak isterdi. Lakin yerel bir gazetede yazıp toplumu değiştirmeyi istemek abes gelse de doğruları yazmak, derin tespitlerde bulunmak gönlünü rahatlatırdı.

Gazeteye göz gezdirdi. Haberleri okudu.

Dizileri gerçek hayatın ekrana yansıması gibi gördüğüne kanaati artarken gündelik haberleri de dizi gibi okurdu. Devamında ne olacak soruları merakını artırıyordu. Hatırladı, Katar'a yönelik geliştirilen ambargoyu, Arabistan'da yapılan tutuklamaları... Ürktü ülkesi adına. Sonra Mısırdaki cami baskınını düşündü. Onun direkt olarak ülkesi için bir tehlike görmedi ancak yüreği yandı. Pakistan'daki Fetö'nün ikizinin ortalığı karıştırdığını okudu, "eyvah" dedi.

Sonra dünyanın güçlüleri yani "dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili" olanların dünyayı nasıl da fesada sürüklediğini. Islah ediyoruz anlamına gelen uyduruk kavramlarıyla, profan kutsallarıyla fakir bırakılmış zavallı halkların kanına doymadıklarını okudu, okudu.

"Kadına şiddete hayır" diye konuşulduğunu, toplantılar yapıldığını da okudu gazete haberlerinde. "Kadına şiddeti meşru gören her kim varsa onun zihin kodlarında sorun vardır. Bu kişinin çoban olması veya profesör olması, ilahiyatçı olması veya ateist olması arasında hiçbir fark yoktur, diyen Cumhurbaşkanın sağlam bakışını da okudu.

Sonra, kadın konusunda zihni yokladı. Tarihin tozlu sahifelerinde parlak dönemi yaşatan Hz. Peygamberi (sav) düşündü. Onca eşinin nasıl da idare etmişti? Nasıl da onların sıkıntılarına katlanmıştı. Onları "kristaller" diye nitelendirmişti. Ömür boyunca eşlerine eliyle bir fiske vurmamış bir peygamberdi. Medine döneminde, varlık gelip kapıya dayanınca Ondan (sav) mal istemişlerdi de eşlerinden yirmi sekiz gün uzaklaşmış, mescide kalmıştı.

Eskilerin cins-i latif diye tarif ettiği kadınlarımızın kim böyle bozdu. Kadınları niçin bu kadar dövülür, öldürülür? Sebepleri onlarca maddede sıralansa da temelde insanın kirlenmişliği, insanın bozulduğunu görmek mümkün, diye düşündü.

Sevgiliyle ilgili onca dizi, onca filmde, kadınlara nasıl davranılması gerektiği konusuna farklı açılardan yaklaşılmış olsaydı düzelme olmaz mıydı? Toplumdaki kötülükleri ekranlardan insanların gözlerine serpeceklerine güzellikleri inşa etmiş olsalardı insan düzelirdi.

Parçalanmış dünya haritasını düzetsin diye oğluna veren adamın hikayesini düşündü. Kendi işini görmek, kendi keyfinin sürmek için, çocuğunu uğraştırmak içim yırtmıştı dünya haritasını. Güçlü dünya ülkeleri gibi. Kendi arzuları, kendi çıkarları yerine gelsin diye gerçek hayatta tüm dünyayı parçalıyorlar. İsrail'in yani Siyonistlerin arzuları için.

Ancak çocuk saflığın en güzel haliyle, parçalanmış dünya haritasının arkasındaki insanı düzeltince, dünya da düzeldi demesine hayran kalmıştı. Evet, bu bir hikaye idi ancak hakikati anlatan hakikatli bir hikaye.

Kadının kimyasını bozdular, erkeğin zihnini... Kadının kadın olmasının o güzel hallerini öğretmek yerine, arzularının peşinde koşan, erkeği kendisine hizmetçi kılmak için her türlü yolu deneyen bir mahluk haline getirdiler. Kadının, kadınlığını yapmasını ve anneliğinin tadını çıkarmasını, yuvasının kurucusu olmasını küçümsettiler. Ev hanımlığı, eşinin sultanı, eşinin baş tacı olasını hor gösterdiler. Toplumun temeline pimi çekilmiş bir el bombası gibi fikirler yerleştirdiler, örnekler sundular, kabul ettirdiler.

Şimdi bunca "kadına şiddete hayır" programları, konuşmaları yapılması bunun sebebidir diye düşündü. Gazete haberlerinden öğrendiği kadar İstanbul'da her yer turuncu renklere boyanmış, neden? Kadınlara karşı asla ve asla şiddet göstermeyelim. Sabırlı olalım.