Öncesinden büyük bir hadiselere isim olan her kavram, insana geniş bir kültür armağan eder. Zamanla bilinen olayları detaylıca anlatmak yerine, o kavram zikredilir ve mesele anlaşılmış olur.

Biz de derdimizi anlatmak için bir fıkra sıkıştıralım araya.

Hapishanenin birinde mahkumlar vakti geldikçe sürekli aynı fıkraları anlatırlarmış. Artık bıkmışlar anlatmaktan. Biri demiş ki "fıkraları numaralandıralım, kim anlatmak istiyorsa o rakamı söylesin." O günden sonra öyle yapmışlar. Üç deyince biri herkes ona göre gülermiş. Dört dediğinde diğeri, kahkaha atarlarmış. (gerisini söylemeye gerek yok)

Karaya çıkınca...

Hangi olaya gönderme yapıyor acaba? Okurlarımız, kültürleri çerçevesinde birçok yorum yapacaktır belki. Ancak bendeniz Kitabı okurken karşılaştım bu ibareyle. "İnsanın dertten kurtulunca tekrar eski isyankarlığına dönüşünü" anlatır. Sahil-i selamete kavuşunca geride kalan psikolojiyi unutmak demektir bu ibare.

Kellikten kurtulup sırma saçlı olan, abraşlıktan(cilt hastalığı) güzel cilde ulaşan, kör iken görmeye başlayan insanın halini anlatır bu ibare. (imtihan edilen üç insanın halini anlatan hadisidir bu.)

"Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin" kutsi sözünde belirtilenler de bu kapıya çıkar.

İnsanın çamur tarafını işaret eder bu kelimeler.

"Denizde tehyle karşılaştığınız zaman o tapındığınız varlıkların hiç biri yanınızda olmaz, Allah'la baş başa kalırsınız. Fakat Allah sizi karaya çıkarıp kurtarınca da tutar O'ndan yüz çevirirsiniz. Evet, İnsanın çoğu nankördür"

Kitabın satırları arasından insanı seyretmek, insanın çukur taraflarını buradan izlemek... Çok geçekçi bir yoldur. Zira "Yaratan bilmez mi?" Rahman, bu kelimelerle insanı ikna etmeye çalışıyor. Yalvaran bir dil değil bu? Acıyan bir dil de değil? Tamamen, otoriter ve realist bir uyarı... Neler yapabileceğini biliyor insanın, ne olduğunu görüyor.

"Biz Ademoğlunu şerefli /kerem sahibi kıldık" diyen de O.

İyi de insana ne oluyor karaya çıkınca, değişen nedir? Demek ki bazı şeyleri dar aklıyla kestiremiyor. Kırmızı çizgileri öteye geçmek isteği tavan yapıyor. Çirkinleşiyor insan. Tam da Karadenizli Temel gibi davranıyor.

Hastalanan ineği için yalvarır. "İyileştir Allah'ım ineğimi. Sana, on gün oruç tutacağım." On gün oruç tutar inek iyileşir, ancak birkaç gün sonra ölür hayvan. Temel'in çok ağrına gider "Ey Allah'ım on günü Ramazandan düşeceğim, İneği de kurbana sayacağım" der.

İnsanın karaya çıkması...

Kaybettiği yılların ardından zengin olmasıdır. Hastalıklı bir halden şifalı günlere kavuşmasıdır. Çalıştığının karşılığını alamayan bir öğrencinin başarmasıdır.

"Düşmekte olan bir uçakta ateist bulunmaz" der bir sözde. Samimi olmak hali, İnancının zirvesinde olmak halidir. Allah'a yönelten sıkıntı, ne kutlu sıkıntıdır. Şair Fuzuli, sevgiliye kavuşmak istemez. Aşk acısıyla yaşamaktan mutluluk duyar. Hicran geceleri hasreti/özlemi güçlendirir. Acının lezzetini bir o fark eder sanki. Acıdan leziz bir şey olmaz ona göre. Zira kendisini hiç terk etmeyecek bir Sevgili ile birlikteliğini duya duya yaşar.

Denizin ortasında boğulma tehsi geçirmek, düşmekte olan bir uçakta seyahat etmek insanın özüne dönüşüne kapı aralar. Aralanan bu kapıdan geçmek istemez misiniz? Buyurun siz de çıkın karaya, ama UNUTAYIN.

.