İki neslin birincisi olan nesle bakalım. Mü'min olmak çok şeyi göze almak sayılıyor. İşkenceyi, hicreti, kıtlığı, cihadı, şehadeti, sakat kalmayı göze almadan mü'min olmak mümkün değil. İş ağır, görev çetin, imkan kıt, düşman güçlü. Seccade bile yok; çakıl ve kum seccade sayılıyor.

O şartlarda iman edip mü'min olarak yaşayan nesil zorlukları, sıkıntıları ve ilk nesil olmanın eksiklikleri yanında mükemmel bir iman tablosu oluşturup gittiler. Yoklar listesinin karşısına müthiş bir varlık sergileyen iman ispat ettiler. Onlar ortamları nedeniyle eksik bırakıp gitmek gibi bir sonuç çıkardılar mı? Ya da ilk nesil olmanın, Peygamber aleyhisselamın dizi dibinde olmanın erişilmez onuru ile farklı fırsatlar yakalayıp mı gittiler? Onlar şanslı mı?

Bir de bilgisayar zamanının nesline bakalım. Okumak istediğinde kitabından akıllı tahtasına kadar her şey önünde hazır duruyor. Camileri klimalı, halıları yün, pencereleri perdeli, abdestlikleri şelale gibi, seslendirme mükemmel, ezanları bile merkezi, imamı maaşlı, müezzini kayyımı ayrı bir cami; o camide namaz kılmakla mükellef. Medreseler yaygın. Haccı uçakla yapabiliyor. Umresi lüks otellerde dinlenerek yapılıyor. Ramazan'da oruç tutacağı zaman doktor kontrolünde, Yaşadığı her köyde camisi var, hocası var, evler kütüphane gibi kitap dolu bir hayat yaşıyorlar. Güvenlikleri var. Yerleşik hayatları var. Göklere yükselen binaları mesken edinmişler. Allah'ın nimetleri sayılmakla bitmiyor.

Bu neslin de sıkıntıları var elbette; tabiat bakirliğini yitirmiş, gıda doğal değil, manevi buhranlar var, insani ilişkiler çok tahribat görmüş, aile sarsılmış, cemaat dağılmış, Hilafet yok, faiz, zina almış başını gitmiş. Varlar kadar yoklar da var bu nesilde. İki nesilden hangisi daha şanslı sorusunun cevabı nedir? En kısa ve net cevap şudur:

İlk insandan son insana kadar hiçbir nesil, hiçbir insan diğerinden daha şanslı veya şanssız değildir? Zira Allah Teala, ilk insandan son insana kadar herkesi aynı şartlarla aynı cennete davet etmektedir. Bir nesle verdiği imkanları ikinci nesilde vermediğinde adaletli bir meydanda yarıştırmamış olur kullarını. Bu da O'nun işi değildir. Biz, uzaktan seyrederken, 'filan sahabi ne şanslı imiş mesela Peygamber aleyhisselamı görmüş' diyoruz. Halbuki 'Peygamber aleyhisselamı gördüğü halde cehennemde yanacak niceleri var, onu görmek tek başına bir şans değildir' dememiz gerekmektedir. Tıpkı, şu zamanda 'ne güzel, herkes bilgisayardan alim olacak' diyemediğimiz gibi. Bilgisayar iman ve amel hızını arttırmadı. Gelen fitnesi ile geliyor.

Hiçbir zaman ve hiçbir mekan, sınırsız bir şans değildir. Bilakis bütün zamanlar ve mekanlar, onları değerlendireceklerin himmeti kadar değerlidir. İş becerebildikten sonra Firavun'un sarayından bir Asiye olup çıkmak ve Kur'an'da övülmek mümkündür. Tıpkı, Ka'be'nin eteklerinden bir cehennem kütüğü Ebu Cehil olarak yuvarlanıp gitmek mümkün olduğu gibi. Zamanlara ve mekanlara takılı kalma yerine heyecanımızı ve himmetimizi yükselterek yol almayı gaye edinmeliyiz. Ne şanslıyız ne de zarardayız. Sadece imtihandayız. İmtihan ise hep aynıdır. Soruların yeri ve cevap şıklarını değiştirmişler. Ana soru hep aynıdır: Şeytana uymak veya uymamak!