"Anlatmazsam olmaz" diye düşündü. Kitapla ilgili bu fuardan bahsetmezse asla olmazdı. Bu sene daha başkaydı. Yazarlar, şairler ve sanatçıların bolluğundan, konferans ve söyleşilerin çokluğundan anlamıştı bunu... Bu sene hakikaten farklıydı.

Sadece kitapları stantlara dizmekle ya da standın arkasında boş zamanlarında kitap okuyarak okuyucu bekleyen, şöhretten yoksun birkaç yazar yerleştirmekte çok öte bir durum vardı. Kim yapmış bu organizasyonu: İnegöl Belediyesi... Gençlik ve Kültür Müdürlüğü elemanları arı gibi çalışıyor ve profesyonel biri koordine yaptıklarını fark etti okuyan adam.

"Kültür adına iyi işler çıkaran bir belediyemiz var. Sadece yolları, kanalizasyonları, çocuk parkları değil beyinleri ve gönülleri dolduran onca faaliyet. 5. Mevsim her mevsimde dolu maşallah, dedi yanındaki dostlarıyla muhabbet ederken.

Açılışa yetişemedi ancak bitmişti ki cümle kapısından içeri girdi. Karşısında iki üstadı gördü. Biri gür sesli tarih profesörü, diğeri beyaz saçlı, pos bıyıklı tarihi sevdiren adamdı. Hemen elini uzattı ben edebiyat öğretmeni... "Sunguroğlu" ile büyüttünüz bizi." Pos bıyıklı tarihi sevdiren adam "Ben de onunla büyüdüm" dedi ve ileriye geçti.

Okuyan adam, öğrencilerine selam verdi, hal hatır sordu. Neler aldınız, dedi. Ellerindeki üniversiteye hazırlık ders kitaplarını görünce, yüzünü astı. O da geçti ileriye. Kitapların büyülü dünyasına yalnız kalmayı isterdi her zaman. Yanında kimse olmasın isterdi. Kitaplara gönlünce göz gezdirsin, istediğini eline alsın, rastgele sayfalarını açsın, birkaç satırı okuyuversin... Dünyada okuyan adamdan mutlusu olmazdı o vakitlerde.

Önceleri kitap almamak için kendini zor tutardı. Zira bu kararlılığından vazgeçirecek bir kitapla muhatap olmak mümkündü. Zaten o kapıyı bir aralarsa kendini tutamazdı. Kesenin ağzını büzmeyi beceremezdi o andan itibaren. "Elif Öğretmen" isimli kitaba kaydı gönlü. Değil mi ki aynı meslekten, acaba neler gelmişti başına. Bir öğretmen üzerinden Kürt sorununu inceleyebilirdi okuyan adam. Ancak firene bastı ve tezgahtaki yerine bıraktı "Elif Öğretmeni."

"Oooo dostum nerelerdesin ya hu?" diye heyecanlı bir şekilde kucaklaşan iki dost, iki dakika içinde muhabbeti koyulaştırdılar. Hal hatır sorgulamasından sonra neler yapacaklarını anlattıktan sonra ayrıldılar.

Okuyan adam, o akşam 5. Mevsimin kırmızı koltuklarında II. Abdülhamit Han'ın devrini ve yaptıkları dinledi. Konuşmalar, tarihin tozlu sahifelerinde gezinti yaptırırken bir taraftan da dinleyicilerin başını kaldırıp bu güne bakan cümleleri de kavratmaya çalışıyordu. Bir tarih şuuru ve bir tarih bilinci ancak bu bilgiler ışığında kazanılacağını anlamıştı okuyan adam. Yazar Yavuz Bahadıroğlu ve Prof. Dr. Mehmet Çevik'in bu konudaki bilgilerine hayran kalmıştı.

Cumartesi günü, fuarın ikinci günüydü. Tanıştığı ve sevdiği bir yazar gelecekti kitaplarını imzalamaya. Onunla görüşecek bir iki muhabbet edecekti. Arkasından isminin seslendiğini duyunca, hemen ardındaki stantta beklediği yazarla karşılaştı. Yanına gelmesini rica edince içeri geçti. Yazarla çocuk gelişimi üzerine derin bir sohbet başladı. Dakikalarca süren bir muhabbetti beklenen ancak imza meselesi hep böldü muhabbeti.

Sonra sol yanındaki yazarla muhabbete başladı okuyan adam. Bir Anadolu Polisiyesi üst başlığı altında seri halinde roman yazmıştı Gençosman Denizci. Daha önce polisiye okumuştu ancak yeni kalem erbabının da eserlerini okumakta fayda vardı. "Eğitim hayatında başarılar dilerim" ifadesiyle birlikte kitabın sahibine imzalamıştı.

Edebiyat ve Toplum(Kemal Karpat), Üst Akıl (Murat Akan) Buz Yürekler (Gençosman Demirci) Çocuğumuzu daha Zeki ve Ahlaklı Yetiştiriyorum (Ali Erkan Kavaklı) isimli kitapları alıp evin yolunu tuttu. Cuma gününe kadar sürecek olan kitap fuarına kim bilir ne kadar gelecekti. Kitabın sıcaklığından uzak kalmak istemiyordu okuyan adam. Hele 300 küsür sayfalık polisiye romanını bir günde okuyunca hızını alamadı Üst Akıl'ı okumaya başladı. Zira o okuyan adamdı.