Hamd alemlerin Rabbi olan Allah cc.'ya mahsustur. Salat ve Selam, Hz. Muhammed (sav)'e, temiz Ehl-i Beytine, O'nun Ashabına ve ilmiyle amel eden tüm mücahid / mücahidelerin üzerine olsun.

"Biz falan hoca efendinin mealini okuyoruz, o da çok muteber bir mealdir. Yani siz de zaman zaman "Hangi meali okuyalım?" gibi bir soruya bunalıp da cevap vermek zorunda kaldığınızda "Falan hocanın mealini okuyun." diyorsunuz. Biz yanlış bir şey mi yapıyoruz?"

Bana göre yanlış bir şey yapıyoruz. Şöyle herhangi bir art niyet, her hangi bir yönlendirme vesaire olmadan samimane bir soru sorsak kendimize arkadaşlar;"Bizden önceki nesillerin üç yüz sene, yedi yüz sene, bin sene önceki nesillerin içinde bizim bilgi seviyemizde bulunan insanlar ne yapardı? Bunların Kur'an'la ilişkisi nasıldı, hangi vasıtalarla, hangi vasatlarda ve ne seviyede cereyan ederdi?"

Günümüzdeki bu meal furyası bize iki şeyden birini söylemek zorundadır: "Bir, bu furya başlamadan önce ümmet-i Muhammed'in Kur'an'la irtibatı kopuktu, en azından sağlıksızdı. İki, bu yapılan iş yeni bir iştir, eskiden yapılan iş dönemini doldurmuştur. Şimdi artık onu tekrar etmek mümkün olmadığı için bu işi yapıyoruz."

Bu ikisinden birini söylemek zorundadırlar. Peki, şimdi şu sorunun cevabını arayalım "Gerçekten meal okumayan, hayatında meal olgusunu tanımamış bizden önceki bu nesillerin Kur'an'la irtibatı en azından bize göre, bizim irtibatımıza göre daha zayıf mıydı, daha sağlıklı mıydı, daha kavi miydi, nasıldı?

Dolayısıyla Müslümanlığı nasıldı, daha kavi miydi, daha sağlıklı mıydı, daha sağlam mıydı, daha zayıf mıydı?" Kendimize, tarihe, hakikate karşı dürüst olacaksak eğer, şunu söylememiz lazım; "Bizden önceki nesillerin dindarlığı, takvası, Kur'an algısı, teslimiyeti bizimkimden fazlaydı." Peki bu insanlar meal okumadıkları halde nasıl böyle bir seviye yakaladılar, neyle yaptılar bunu?

Bunu bir takım vasıtaları ve vasatları kullanarak yaptılar. O vasıtalar ve vasatlar neydi? Birincisi, bir insan hayatında ne kadar şeyle amel edecekse o kadar şey öğrenirdi, fazla değil. Ne kadarını amele dönüştürebileceksek, ne kadarıyla amel edebileceksek o kadarını öğrenelim, fazlası bize yüktür.

Bu da sorumluluktur. Çünkü öğrenme sürecinin temelini bu teşkil ediyordu. İkincisi, doğru yerlerden öğreniliyordu. Bilgi doğru adreslerden alınıyordu. Yani kendi kendine okuyup bilgilenme yerine bir adresten bilgi almak... Bu öyle sağlıklı işleyen bir süreçti ki, isterse talebe-i ulumdan olsun fark etmez, test etmediği hiçbir bilgiyi kullanmıyordu bizim insanımız. Kendi kendine tevafuken, tesadüfen doğruya ulaşsa bile bugün bizim yaptığımız gibi onu kullanmazdı, onu satmazdı.

Gider hoca efendiye, onu bir sorardı, bir test ederdi. Hoca efendinin onayından, testinden geçerse kullanırdı onu. Yoksa "Ben bilmem kardeşim gidin hoca orada, alim orada ona sorun öğrenin." der, işin içinden sıyrılmaya bakardı. Hoca efendi de, alim efendi de böyle bizim yaptığımız gibi her soruya anında takır takır cevap vermezdi, bu da ayrı bir mesele...

İşte çok sık yapılır bu bahis, İmam Malik'in tavrı çok sık gündeme getirilir. Ama Hanefi ekolü böyle yapmamıştır. Oturmuş takır takır meseleleri tartışmış, farazi bir takım meseleler ortaya koymuş onları tartışmış, onların cevabını araştırmış. Ben bilmiyorum diye bir şey yoktur Hanefi fıkhında, fukahasında, ekolünde; öyle zannederiz ama öyle değildir.

Kaynaklar bize naklediyor ki bu kadar çok mesele hükme bağlamış olan -ki Kevseri merhumun naklettiğine göre, İmam Ebu Hanife'nin hükme bağladığı çözümlediği meselelerin asgari adedi altmış bindir, azamisini bir milyona çıkaranlar olmuş- bir imamın bile "Bilmiyorum" dediği meseleler olmuş. Kaynaklar bize diyor ki İmam Ebu Hanife yedi tane meselede "Ben bunları bilmiyorum" demiş.

(Devam edecek)