MİRAÇ GECESİNDEN KALAN

Miraç gecesinin gündüzünden telefonuma dökülmeye başlayan mesajları tek tek açtım ama okumadım. Birbirine benzeyen gönderenlerin duygu düşüncelerinden çok paylaşılış birkaç cümle. Bana göre makbul olan mesajlar his olarak yürekte doğmuş, kelime olmuş satırlara yazılmış olanlarıdır. Ben de bu sefer geri dönüp herkese gönderemedim gecenin anlamına uygun mesajları.

Keşke gecesi miraç olan günde oruç tutsaydım, diye iç geçirdim. Gerçi Cuma günü mü Perşembe günü mü tutacaktık onu bile karıştırıyoruz diyelim.

Bir empati kurmaya çalışıyordum. Miraç olayının neresinden başlayıp düşünsem diye... Bir hayli zorlandım. Ancak miraç olayını bir "ilahi ikram" olarak düşününce Peygamberliğin fonksiyonu ve işlevi, aklımın ufuklarında belirmeye başladı.

"Sana ağır bir söz vahy edeceğiz" demişti Rabbimiz on iki yıl önce Hiranur dağından indiğinde. Söz hem gerçek anlamda hem de mecaz anlamda ağırdı. İlahi kelam, nefsine kul olmuş insanları tek ve bir olan alemlerin Rabbine teslim olmayı öngörüyordu. Bu çok zor bir durumdu ve ağırlık kelimesinin mecazi anlamıdır.

Hani bir defasında devenin üzerinde iken Efendimiz (sav)'e vahy inmişti de deve dizleri üzerine yere çökmüştü. Bir defasında da peygamberimiz (sav) bağdaş kurmuşken vahiy nazil olmuştu. Efendimiz (sav)'in dizinin altında bir sahabenin dizi duruyordu. O sahabe "sanki dizime Uhud dağı konulmuş gibi hissettim" demişti. Bu ağır sözün gerçek karşılığı olarak düşünülebilir.

Bundan sonra tekrar miracı düşünmeye başladım. Nedir miraç, anlamı ve hikmeti nedir, diye düşünmeye başlayınca 12 yıldır kalk ve uyar emrini her daim yerine getirmiş adeta hiç oturmadan sağ elinde güneş sol elinde ay varmışçasına çırpındı.

Çadır çadır gezdi, Mekke dışından gelen tüccarlara anlattı İslamiyet'i. Hiç durmadı Efendimiz (sav)

Her türlü yöntemle bıkmadan usanmadan, merhametle, şefkatle davet etti. Tüm baskılara rağmen Müslümanları sayısı artıyordu. Çünkü "samimiyet ve iman" kadar maddi gayrette göz önündeydi.

Mekke'de zayıf ve fakir Müslümanlar, Şeb-i Ebi Talip bölgesinde muhasara altına alındılar, aç susuz kaldılar. Onlara "sabır" dileyen Efendimiz (sav)'in elinden bir şey gelmiyordu. Etrafındaki zulüm halkası da daralıyordu.

Miracın davetlisi, hüzün yılında sevgili eşi Hatice (ra) annemiz ve vefalı ancak zavallı amcası Ebu Talib vefat etti. Sıkıntılar bir halka daha daraldı. Taif'te taşlandı, bir Addas Müslüman oldu bir de cinlerden bir taife. Sonra Taif'ten döndü. Allah dediği için Mekkeli müşrikler ona sık sık zulüm ediyorlardı. Kabe'de namaz kılmaktan da vaz geçmiyordu Efendimiz (sav). Bir gece Kabe'nin Hatem kısmında uykuyla uyanıklık arasındayken Cebrail yanı başında Burak isimli binekle geldi.

...

Aslında önemli gün olarak Miraç gecesinden sonraki gün ve günleri düşünmem gerekiyordu. Çünkü şimdi göklerdeki seyahati anlatacaktı. Düşünsenize Efendimiz (sav) Kabe'nin civarında oturan müşriklere yaklaştı. Onlar konuşmalarını bıraktı. Ona doğru baktılar. Acaba ne söyleyecekti? Yeni dininden ve peygamber olduğundan bahsedecekti. Bunlara alışmışlardı.

"Dün gece Kudüs'e gittim, oradan da göklere çıktım" deyiverdi. Bakışlar ciddileşti. Meraklar arttı. Hayret ile alaysılık yayıldı yüzlerine. Oturuşlarının şeklini değiştirdiler ve soru yağmuru başlayacak ve "El Emin" diye vasıflandırdıkları insanın yalancı olması ihtimali beklentisiyle soracaklardı.

"Kudüs nasıl bir yer dediler, kaç kapısı var, kaç penceresi var? Nasıl gittin bir gecede bu mümkün mü? Kaç günlük mesafe? Her birine tek tek cevap verdikle simalarına düşen renkler yerinde duramıyordu. Gittikçe koyulaşan renkler.

Sonra sormadıkları halde üç gün sonra Mekke'ye gelecek kervanı ve kaybolmuş devesinde bahsetti. İspata muhtaç bir haldi ve üç gün sonra ortaya çıkacaktı.

Boş boş oturup vakit geçirmek yerine etrafındaki inanmışları savuşturmak lazımdı. En önemli dostu Ebu Bekir (ra)'dı ve onun imanını sarsmak çok kişinin yoldan çıkmasına sebep olacaktı.

"-Ey Ebu Bekir Mekke -Kudüs kaç günlük yoldur, sen bilirsin?"

"-Bir aylık yol..."

"-Bir insan bir gecede bu yolu gidip gelebilir mi?"

"-Hayır..."

İşte şimdi köşeye sıkıştırmışlardı. Can alıcı cümleyi kuracaklar ve onu yüce makamından alaşağı edeceklerdi.

"-Ancak dostum Muhammed (sav) dün gece Kudüs'e gittiğini oradan göklere çıktığını söylüyor, ne kadar saçma değil mi?"

"-Bunu O (sav) mi söyledi? O aynen böyle söylediyse doğru söylüyor" dedi.

"Efendimiz (sav) Ebu Bekir'in imanının bir kefeye tüm insanların imanını diğer kefeye koysanız Ebu Bekir'in imanı ağır basar." Sıddık olmanın sırlarını aşikar edilen zamanları Miraçla görmüş olduk. Namazla miraca yükselmeyi bilen sadıklar olmak miracın mirasıdır bize, diye düşündüm. Rabbim yükselen kullarından eylesin.