Kim kimdir? Kim o mudur, kim bu mudur, kim şu mudur yoksa kim herkes midir? Kim bu herkesten biri midir? O kim ise bu kimdir? Demek ki kim, kimliği olan her şey için ortak olarak kullanılabilecek şeydir.

Bu gün tercih ettiğimiz kimdir, bilir misiniz? Herkesten biri olan Mücella. Onu dikkatimize sunan nedir? Sadece bir ünlü yazar Nazan Bekiroğlunun son kitabı oluşu mu? Nazan mı, Mücella mı önemli? Yazan Nazan, yaşayan Mücella...

Bunları rakip gibi gösterip düşüncemizi oradan mı ilerletelim yoksa birini evvel diğerini ahir kabul edip dostane bir yaklaşım mı sergileyelim? Bu, bizim elimizde. Doğru olan ne? Benim yapmak istediğim mi, yoksa olmuş olanı olduğu gibi aktarmak mı?

"Olanı, olduğu gibi aktarmak" cevabını duyar gibiyim. Peki, siz bu yazıyı olduğu gibi okuyup aktaracaksınız yoksa bazı noktaları kendiniz tarafından eklemeler yapılıp dolduracak ta mı aktarılacak? Sanırım bu soru sizi biraz yoracak

Her neyse bu kadar gevezelik yeter. Ben "Mücella" romanına büyük bir vefa örneği olarak bakıyorum. Bahçedeki bir karayemiş fidanın sınırları içinde yaşanmış gençlik yıllarının ardından mahallede akraba ve dostlara derin bir sükun içre adanmış ömürdür diye bakıyorum Mücella'ya.

Kutsallık yüklenecek bir asil bir duruşun adı mı Mücella, bilmiyorum. Ama heveslenmekten uzak kanaatkar bir ruh halidir Mücella. Karşılıksız yardımseverlik, saf bir dostluk sembolüdür Mücella. Temiz bir akıl, saf bir gönül, yerine göre ağır bir inceliktir Mücella.

Bu güzellikleri vefa duygusu ile muktezasınca yazmak. "Bir gün yazar olursun da Nazlıgül, bizi de yazarsın" duasının kabulü mahiyetinde yazmak. Yıllar geçmiş ve "komşu kadın" ünlü bir kalemin, bir gönül sahibinin yüreğine, "bizi de yaz" demişçesine vazife duygusuyla yazmak.

O mükemmel üslup, nazarlarımın ipini çekip bir sonraki cümlelerin üzerinde gezdirdi hep. Gidiyordum satırların ardından ama bitsin istemeyerek.

Aklımda kalanlar "vay o zamanlar" böyleymiş dedirtir cinsten. O günlerde ortakız mektebinde okuyan kızlar konusundaki değerlendirmelere, geleneklerine inanç katılmış insanımızın derin bakışını sunar aklımıza. Ergenliği anlatan mahremiyet dolu cümleler, bakkaldaki çocuk için düşündüklerinin iç dünyasındaki kaçamak yansımaları, Neyyire Hanımın bir kız evladı yetiştirmedeki zahmeti yüklenmesi, mevsimlere göre evdeki hazırlıklar, daha neler neler.

Bunların ötesinde hangi dönemlerden geçildiğinin işaretini taşıyan radyo haberleri. Haberlerde aktarılanlar ile anlıyoruz dönemin çizgilerini. Ezanın, "Tanrı Uludur Tanrı Uludur" diye Türkçe okunması... Tek partili sistemden çok partili sisteme geçiş. Nato'ya gireceğiz haberleri... Mahalle camisinden Allahu Ekber sedasını yükselten Demokrat parti "yeter söz milletin" demesi... "Yazıyor, yazıyor! Kore'de savaşı yazıyor!" naraları vb.

Sevgili Suna'ya yazılan aşk mektubunun Mücella gibi sevmeyi aklından geçirse de gönlüne yakıştıramayan bir genç kız ile postalanması. Aşk acısı ile yataklara düşmüş bir delikanlının Allah'tan ümidin kesilmeyeceğinin nişanesi olarak iyileşip başka biri ile evlenmesi... Ne kadar doğal bir anlatım ile verilmiş, anlatamam.

"Sade bir hayat ancak bu kadar sade ve güçlü olarak anlatılabilirdi" diyesim geliyor sınır koymak endişesiyle . İnsan evlenmemeyi düşünebilir mi? Evet, bu düşüncenin peşinden gitmek mümkün ama hayata karşı diklenmek olur bu, cümleleri bile kurmak mümkünün dairesi içinde.

Son söz olarak Mücella kimdir? Bir sembol müdür, özenilecek bir şahıs mıdır?

Bilmiyorum ancak durağan gibi görünen bir hayatın (Mücella'nın) tecrübesi ile ruhunda yetiştirdiği hikmetin bir resmi olarak görmek istediğim aşikardır. Kim silikmiş gibi bir hayat yaşayan böyle insanı tüm hayranlarına tanıtmak ister ki. İşte Nazan Hanımın kalemi ve mütevazı Mücella...Buyurun okuyun.