Mutfakta bulaşıkları yıkarken ne yazacağını düşünüyordu. Dışarıda ince bir kar örtüsü tabiatı bürümüşken parıldayan güneş ışıkları mutfağın dar sayılacak penceresinden içeri süzülüyordu. Evin mutfağı sıradan bir mutfak değildi. Kahverengi ve krem renginin ahengini yansıtan mutfak dolaplarının önünde kaşıkları, bardakları, kap kacağı suyun altında durularken arkasındaki sese kulak verirdi.

Elleri önündeki işe, kulakları da radyodan gelen sese odaklanmıştı. O sesin yaydığı anlamları devşirirdi yüreği. Eşinin ayarladığı radyo istasyonu hemen hemen hiç değiştirilmezdi. Alışmışlardı bu seslere, sessiz bir mutfak ıssız bir ada gibiydi.

Kendisini, aile kültürünü ve ruhlarını onaran sessin sahibini çok severdi. Müşfik bir sesle mazinin derinliklerinden gönül ikliminin derununa sipariş edilenler yerini bulurdu. Cumartesi günü yayınlanan "Evlilik Okulu" programında aile ilgili o kadar güzel bilgiler verilirdi ki; Prof. Dr. Nevzat Tarhan'dan öğrendikleriyle mest olurlardı. Bazen dinleyicilerin telefonla sorduklarına hocadan önce cevap verirlerdi.

"Duyarlı Gençlik" programını evin biricik oğluyla birlikte dinlemek isterdi her zaman. Bu kadar mı detaylı, bu kadar mı güzel anlatılırdı mevzular.

Mutfaktaki işlerini bitirip odaya geçecek kitap okuyacaktı. Bir yarışmaya katılacak ve derece yapacaktı. Sözlerini okuduğu Sevgilinin (sav) kapısına varacak ve "hayatında ziyaret etmiş" gibi hissedecekti kendisini. Defalarca okumuştu bu hadis-i şerifleri... Ancak her okuyuşun da bir niyeti vardı. Hadisleri okumuş "hayatının yol işaretleri" gibi kabul etmişti bu güne kadar. Şimdi bir yarışmanın konusu yapılıp hayattan, pratikten koparılmış bir okuyuşu kabullenemezdi.

Geçen gün dostunun dediği geldi aklına; "kaybedeni olmayan bir yarışma..." Okuyup yarışmaya katılmak ve Umreye gitmek hiç de fena olmazdı. Günde yüz hadis okumalı ve bilgilerini tazelemeli hatta kitabın kıyısına köşesine test sorusu olabilecek notlar da düşmeliydi. Öyle de yapıyordu.

Allah'ı zikretmek konusunda okudukları karşısında kendisini yetersiz gördü. O kadar çoktu ki zikretmenin çeşidi. İnsan kendini bir derviş gibi hissederdi bunları günü gününe uygulasa. Kalpleri kapkara geceye çeviren günahlara karşı müthiş tedbirler vardı bu satırlarda.

Kısa ve özlü dualar, insan ruhunun direnişi ve imarı için biçilmiş kaftandı sanki. Her şeyi anlamlı kılan iksir ise iman etmekti. İman edince bütün güzellikler harekete geçiyordu. "İman edince" gönül dilimiz konuşmaya başlıyordu. İman, zaten güvenmek demekti. Güvenini kazanmak istemez misiniz O'nun? Rahmanımız ve sözleri bizim için güven vermeyecekse kime güvenecektik?

Kütüphanesinin bulunduğu oda da yazısını yazarken kafasındaki planları gözden geçiriyordu. Önünde kocaman bir tatil vardı. Okumalı, düşünmeli ve üretmeliydi. Her gün kapısına bırakılan gazeten gördükleri, okudukları hiç de iç açıcı şeyler değildi. Modern dünyanın parlak suratlı zalimleri kara kalplerinin kötü niyetlerini betimleyen beyanlarını ajanslardan geçiyorlardı. Ortadoğu'da Batının çıkarlarına hizmet etmeyen bir Türkiye'yi aradan çıkarıp, yıllarca ambargo altında tuttukları(!) İran kartını oynuyorlardı. Elin gavuru akıllı tabii... Tuttuğu maşa menfaatlerine göre hareket etmiyorsa, yeni bir maşayı ele almak zamanı gelmiş demekti.

Her gün takip ettiği haberleri heyecanla okurken izlediği dizilerdeki repliklerin benzerliğini de keşfediyordu. "Filinta dizisi, acaba hangi zamanı anlatıyor?" diyesi geliyordu. Neft yatakları, Rusya ile çıkarılmaya çalışan savaş, milletin kafa karışıklığı, gazetelerin misyonu, yabancı okullar, yönetim içindeki hoca görünümlü hainler, suikastlar, adam kaçırmalar daha birçok karmaşık sorularla biçimlenmiş bilmece kareleri.

Adam günlük olarak bunlarla meşgul olurken, hem kendisinin hem de milletinin çağı inşa etmek vazifesinin geldiğini hissediyordu.