Bu günlerde kapısına bırakılan aylık tarih dergisinde II. Abdülhamit Han'ın resmi vardı. Televizyon kanallarında gezinirken birçoğunda konunun Ulu Hakan olduğunu gördü. Dizilerin en kalitesi Payitaht olduğunu da biliyordu. büyük soru beyninin ortasında parladı.

"Nedir milletteki bu Abdülhamit aşkı?"

Vefakar ve necip Türk milleti, yakın tarihte kendisi için neler yaptığını ve milleti için nelere katlandığını öğrendiği Hakanına sahip mi çıkıyordu? Yıllarca "kızıl sultan" diye yaftaladığı Ulu Hakan'ın ruhaniyetinden özür mü diliyordu acaba? Acaba padişahına yeniden sahip çıkmakla kendi özüne mi dönüyordu? Yoksa yüzde elli oyla başına taç ettiği 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yapılanları mı fark etti?" Bu sorular bitmiyordu zihninin ortasında. Hatta izdihamdan bitkin düşerdi.

Genç adam "bu filmi daha önce seyreden bu millet o günleri kavrayamadı ancak bu gün Reisine yapılanları fark ettirmek için mi Hünkarına sahip çıkıyor? diye düşünmeden edemedi.

Artık çekinmeden söylemek gerektiğini biliyordu. Bu millet ile yöneticisinin arasına yalan yanlış haberlerle fitneler sokulmuştu. Aliminden gazetecesine, sokaktaki gencinden pencereler adındaki kadınlarımıza kadar akılları çelecek haberlerle ayrı düşürdüler.

Film karelerinin aynısının tıpkısı denilecek kadar benzeyen bu oyunlara gelmek istemeyen milletin evlatları devletine, bayrağına, vatanına sahip çıkarıyordu. Düşmanların asıl niyetinin ne olduğunu çok iyi bilen, iki büyük devlet adamıydılar ikisi de. Sürüden ayırmak için iftira atıyorlar, yalan söylüyorlardı. Tüm bunları basın yoluyla her gün yayın yapınca millet de oyuna gelmiş oluyordu.

Türk milletinin ruhunu ayaklandıran, onlara nefes olan iki lider hedef tahtasına oturtulmuştu farklı zaman diliminde. Millet aradığını bulmuş ve kendi özünü gördüğü iki yiğit şahsiyete inanmıştı. Milleti için yürekleri çarpan bu iki lider bir birini çok iyi anlıyorlardı. Biri mazinin atideki yansıması, diğeri bu günün dünkü haliydi.

Genç adam düşünmeye devam etti.

Adam yerleştirmek ve zamanı gelince hücreleri uyandırma, içten işgal etme politikaları hep bildiğimiz yöntemlerdi. Manipüle etmek en sık başvurdukları usulleriydi. Bugün, dünden geniş ve köklü ders almış bu millet II. Abdülhamit Hanı daha yakından tanımak istiyordu demek ki.

Sadece 10 Şubat 1918 tarihinden aramızdan ayrılması olamaz bu ilginin sebebi, olmamalıdır da. Ölüm yıldönümünde günün anlam ve önemini belirten ve tarihe gömülmüş konuşmalar değildir. Uyarıcı ve uyandırıcı hatta hayran bırakıcı konuşmalar olmalıydı.

Reis ile Hünkarı şahsiyet açısından karşılaştırmanın bir faydası olmaz. Zira koca imparatorluğun şehzadesi olarak yetişmiş biri ile Cumhuriyet Döneminde demokrasisi üç darbe geçirmiş ve köklerinden koparılmış zaman ve zeminde yetişmiş Reisi kıyaslamak isabetli olmaz. Yan yana oldukları konu ise temsil ettikleri misyondur.

Temsil ettikleri nokta, İslam'ın hakkını korumak ve Müslümanlara babalık yapma misyonudur. Her ikisi de devrinin Nemrutlarına, vaktin Firavunlarına gereken cevabı vermişlerdi. Aralarında zaman açısından bir fark var diyebileceksek şuraya işaret edebiliriz.

Ulu Hakanımız, Osmanlının zemine yaklaştığı bir dönemde yaşamış. Yani kötü sonu büyük bir gayretle biraz otuz üç yıl kadar ötelemiştir. Ancak Reisimiz eskisine nazaran ülkemizin kalkınma hamleleri yaptığı bir dönemde yaşamaktadır.

Şimdi bize düşen II. Abdülhamit'i okurken veya dinlerken Cumhurbaşkanımızın içinde bulunduğu hallerle kıyas yaparak dinlemek gerek ve dersimizi bu konuda iyi çalışmalıyız. Vatan bütünlüğümüz, devletimizin ferahı için uyanık olmaktır.

Ulu Hakanımızın, elindeki yaktığı çırağ ile istikbalimize ışık tutacak bir siyaset izlemiştir. O siyasetin tozlarını silip yeniden parlatmak gerektiğini düşündü ve yazdı tüm düşüncelerini.