Öğrenciler okul bahçesinin ön tarafında değişik geometrik biçimlerde bir olmuş muhabbet ediyorlardı. Heyecanlıydılar ve birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı. Kürsün arkasında beyaz gömlekli ak saçlı ve hatta aksakallı adamı görünce bir cümlenin bitimi kadar başlarını çevirip baktılar.
Kürsünün ardındaki beyaz gömlekli mikrofonu eline aldı. Herhalde söyleyeceği şeyleri düşünüyor olmalıydı. Bir iki ufak öksürük ile kendi, birkaç ufak parmak darbesi ile mikrofonun sesini kontrol etti.
Sonra medyalara has sesisin en güçlü yönü ile 15 Temmuz Şehitleri ve tüm şehitler için saygı duruşuna ardından İstiklal Marşını söylemeye davet edem emredici sesi duyuldu. Gençler ağır ağır yerlerini almışlardı. "Dikkaaat" komutu ile bahçedeki veliler, öğretmenleri ağaçlar, çiçekler, çimenler sessizliğin girdabına bıraktılar kendilerini.
Acaba hangisi 15 Temmuz akşamında, komutanından aldığı emir gereği hain komutanı alnının ortasından vuran Şehit Ömer Halisdemir'i düşünüyordu. Acaba kimler tankların paletleri altına bedenini takoz niyetine yerleştiren o yiğit delikanlıyı düşündü. Acaba hangi biri eve şehit olmadan gelmeyin nasihati ile evlatlarını gönderen annenin yüreğini hissetti.
Kürsüdeki adam bunları bilmiyordu. Ancak İstiklal Marşının en anlamlı boyutta okumanın ve derin hislerle ne anlatmak istediğini kavramanın vaktiydi. Beklediği o gür ses semalara yükselmemiş, ağaçların yapraklarını yalayıp bahçeye yayılmamıştı.
"Memleket İsterim" nakaratlı şiiri okumaya başladığında duygularına tercüman olan şairi hatırladı. O da isterdi şairin istediklerini.
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Sonra günün anlam ve önemini belirten konuşması için Okul Müdürünü davet edince kürsüye öğrencilerden bir alkış tufanı koptu. Heyecanla başlayan konuşmanın aralarından susun ikazı can sıkıntısının sınırına gelindiğini gösteriyordu.
Konuşa bitip mikrofonu eline alan beyaz gömlekli şiirden bahsetti. Şiir gibi bir hayat yaşamaktan bahsetti. Sonra 15 Temmuzda bir Çanakkale ruhunun dirildiğini, bir fetih neslinin şahlandığından söz açtı ve Arif Nihat Asya'nın o güzel şiirini okuması için güvendiği ve her daim yüzün ak edeceğine inandığı öğrencisini davet etti.
Dinletmesinin bilen bir eda ile kürsünün başında bekledi, bekledi ve haykırdı.
Sen de geçebilirsin yardan anadan serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin dilde sen gönüldesin baştasın
Fatihin İstanbul'u fethettiği yaştasın
Sükuneti muhafaza eden gençler kendilerini fetih ordusunun bir neferi sayıyorlardı. Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaşta olasın da -bedava da olsa- onun hayallerine bile ulaşamayasın(!) Gençler atalarına bir kez daha imrendi ama 15 Temmuz gecesi de bu çağın neslinin neler yapabileceğini göstermiş olduklarından sevinçliydiler.
Ki örnek ders anlatımıyla kürsüde ki yerini alan tarihçi her cümlesinin hakkını vermeyi bilmiş. Geçmiş ile gelecek arasında bağ kurmuş öğrencilerine "Güçlü ülke nasıl olunur?"un cevabını fısıldamıştı.
Beyaz gömlekli, altını çizerek haykırdığı her cümle öğrencilerin, velilerin ve öğretmenlerin ruhlarında yankısını bulurken devam etti."Bu toprağı bir kez daha bize vatan" diye armağan eden, al bayrağa sarılıp cennete uğurladığımız şehitlerimize bir Fatiha okuyalım. Zira bin tane şiir okusak bile bir Fatiha okumamızın onların ruhları ile bizim ruhumuz arasındaki anlam bağını kuramayacağını söyledi. Sesinin en gür tarafıyla "El Fatiha" dedi.