Ömrün iki yönü vardır, diye düşünüyorum. Biri hayat diğeri ölüm. Ömrünüzün en önemli günlerini sırala deseler, aklınıza gelir mi bilmem, şu ölüm anı. Sünnet cemiyetini şöyle böyle hatırlarsınız, evlendiğimiz günü -mutluysak- asla unutmayız, unutturmazlar zaten, evladımızın dünyaya geldiği gün önemlinin de ötesinden bir gündür, onların mürüvvetini gördüğümüz gün, işe başladığımız, emekli olduğumuz günler, vs. vs.

"Her nefis ölümü tadacaktır" buyuran Rabbimiz bir hakikati "tatmak" kelimesiyle bildirmiş. Tasavvuf erbabı arasında müthiş bir söz vardır, tatmayan bilmez. Tatmak, içselleştirilmeden, dokunmadan, hissedilmeden kavranacak bir hal değildir. Herkesin tat alma duygusu, damak tadı da farklı olduğuna göre bir çok tatma çeşidi vardır.

Ölüm, kim bilir kaç değişik kelimeyle anlatılıyor halk arasında; vefat etti, rahmetli oldu, şehit oldu, hakka yürürdü gibi ifadeleri sevdiklerimize kullanırız. Ancak geberdi, eşekler cennetine gitti, nalları dikti, telef oldu gibi ifadeleri de kötü insanlar için kullanırız.

"Ölümü tefekkür etme kültürümüz" vardır eskilerden kalma. Hümanist dünya insanına garip gelse de bu düşünüş biçimi hayatı karartmaz. Aksine onu değerlendirmeyi, gecikmeleri ortadan kaldırır. İyi ve güzel şeylerin planlanması ve güzelce icrası için teşvik edici bir unsur olur. Kötü kavgaların ölümlü dünyada bitmesine vesile olabilir.

Bir davaya adanmış her hayattan ışıklar çakabilir yolumuzu aydınlatan. Mevlana Celaleddin-i Rumi bin iki yüzlerde Anadolu topraklarında aşkı ve sevgiyi terennüm etmiş bir büyük aşıktır. Şems ile dostluğu, manevi iklimlerdeki derinliği, engin gönüllülüğü ile taht kurmuş Konya insanın kalbine.

Ölüm gecesini "düğün gecesi" olarak öngörmesi Sevgili'ye (Rabbine) olan kavuşma isteğinin büyüklüğüne işaret eder. Şehitlerin nasıl bir ölüm acısı çektiğini Efendimiz (sav) belirtmiş. "Sinek ısırığı" ibaresi ile vasıflandırılmış bir acı. Kimse ölüm açısı çekmek istemez. İnsanlar arasından en az acı çektirilerek kabzettiği ruhu için Efendimiz "ölüm ne kadar da zormuş" deyişini hatırlıyorum. Eyvah bizim halimize

"Ölüme son bir saatin var" denilse ne yaparsın gibi varsayımlarla bazı düşünce kaçamaklığı yapardık küçükken. "Şehit olmanın yollarını arardım" dediğimi biliyorum. Ancak bir alimin "böyle bir durumda ben hiçbir şey yapmazdım" deyişine şaşırdım öncelikle. Sonra da "ben, zaten her an ölüme hazır yaşadım" cümlesine hayran kaldım. Her an hesap verecek gibi yaşamak, bir an gidecek gibi oturmak... İnsanı ne kadar da dikkatli yapıyor.

Sema, ilahi aşkın kainatlaşmış biçimi. Dönmek, bağdan kopmadan dönmek. Durmak, yıkılmanın bir önceki halidir. Boyun kırmak, bir lam elif çizmek, Allah'tan toplayıp kullara dağıtmak... Semanın özü ve şekli bu. Aralık ayı, ilahi aşkın ruhlarda coştuğu bir sema gösterisine ev sahipliği yapar.

İnsanı eğitmek için, güzel hikayeler arasında ikna edici dersler veren Mevlana, Hz. Muhammed (as)'ın ayağının tozu olduğunu belirterek kendisinin de bir basamak olduğunu belirtiyor. "Asıl olanı" örnek alma ve insan-ı kamil olma yolunda ilerlerken Mevlana iyi ve güzel bir rehberdir, değerlendirmek isteyenlere...

.