Aşkın en aşikar yansımasıdır onlar, şefkatin en yüce abidesidir onlar. Muhabbetin yadsınmaz karşılığıdır onlar. Onlar kim mi? Onlar, annemizdir; onlar, sevgililerimizdir; onlar, kız kardeşimizdir; onlar, inci tanesi kızlarımızdır.
"Kördüğüm gibi aşık" bir peygamber gönlüne muhatap olmak her hanımın hakkıdır, diye düşünüyorum. O nazik insanlar için "kristalleri incitme" uyarısını barındıran bir iltifata muhatap olmak her cananın hakkıdır diye düşünüyorum.
Mahremiyet sarayının en nadide misafirlerine, nezaketten mahrum bir cümle kurmanın günah olduğuna inanıyorum. Onlara karşı telaffuz edilecek her cümle, düşünce ırmağında kırk kez gusül almalıdır diyorum. Onların gözlerinden damlayacak bir damla gözyaşını silmek için çevredeki her şey bir ipek mendil vazifesi görmelidir, diyorum.
Çünkü Rahman, onları letafetle yaratmış ve biz onlara cins-i latif sıfatını uygun görmüşüz. Onları korumak için adama, güç verilmiş, kuvvet ikram edilmiş, yiğit ve mert kılınmış. "Namus" diye emanet kabul etmiş adam bu nadide varlığı.
Rahim olan, dünya insanlığına numune-i imtisal olarak göndermiştir Hz. Asiye'yi, Hz. Meryem'i, Hz. Hatice'yi, Hz. Fatıma'yı... İncelik, nezaket, iffet coşkun bir ırmak olsaydı, kaynağı ismi zikredilen bu seçkin hanımlar olurdu, diye duymuşluğum vardır.
Onlar da insandır; onlar da arzular ve ister. Onların da vardır beklentileri ve korkuları. Adamlar ne güne durur. O kas kuvveti neden bahşedilmiştir adamlara. O şişkin pazılar ne işe yarar, hizmetkarı olduğu sultanının gözbebeklerinde yapacağı işler listelenmişken... İşte o anda anlaşılır ki bir gönül bir gönüle değmiştir.
İstemesini bilen, söylemesini öğrenmiş, mutluğunun sırlarını çözmüş bir gönül sahibine kaba ve kırıcı davranmak ancak bir öküzün işi olabilir. Sultanı, işaret eder, hissettirir arzularını... Bunlar daha kelimeye bürünmeden adamlar uçar gider kapıların ardına.
Adam bazen Mecnun olur çöl sıcaklığında... Bir dönem gelir Ferhat olur elinde kazma dağların eteğinde... Bir an gelir Kerem olur elinde bağlama dilinde manilerle düğün evinde. Aşıkların katlandıkları cevr ü cefa "sevgilinin değerini" ifşa etmek içindir. Uğruna dökülen kanlar, savrulan kanlı gözyaşları her daim o muhabbetin bereketidir.
Zahirde, köhne bir evde oturduğu görülse de mutlu kılınmış bir gönül sarayının kraliçesidir o. Zahirde evin işlerini yapıyor görünse de batında bir saadetin ayarını dengeliyordur. Zahirde dünyanın tadı, yaşının meyvesi ile meşgul olsa da parlak bir geleceği inşa ediyordur. Zahirde, bir adamın hizmetinde onun kölesi gibi görünse de aslında her gün dudaklarda açılan bir neşenin ateşini harlıyordur.
Onlar ki kutsallar için derin bir gayret gerektiğinde namluların önüne yürürler Safiye Bayat gibi. Yüce bir kuvvet gerektiğinde ise tabyalarda düşmanlarla boğaz boğaza çarpışırlar Nene Hatun gibi. Evlatlarına özgür bir vatan bırakmak için elde mavzer cephede omuz omuza vuruşur Kara Fatma gibi. Yeri gelir kına yakar yavrusuna ve vatan kurtulmadan sağ dönerse kanını helal etmemekle tehdit eder.
Onlar, bizim sevgililerimiz, biz onların aşığı. Onlar bizim anamız, biz onların biricik yavruları. Onlar bizim meleğimiz biz onların kalkanlarıyız. Yaratandan ötürü sevdiklerimize başka bir sebep aramayız sevmek için, saygı duymak için, hoş nazarla bakmak için.
Tüm bunların yanında "insanlık tarihinde" kapkara bir leke olan "batı dünyasının" kara tarihinden bir zayıf ışık huzmesi gibi hayata düşen bir hak arama, bir eşitleme çabası olan bu günü hafif bir sesle kutluyorum. Hak arayan ve bu uğurda zalimlerin karşısında bir insan olarak duran herkesin direnişini yüksek sesle kutluyorum.
Lakin iğreniyorum, kadınların inim inim inletildiği, haksız yere ezildiği, zalimce sömürüldüğü bir devrin çağrışımını hatırlatıyor olmasından.
Evet, iğreniyorum, hak sahibine hakkını vermeyenlerden. Zayıfı ezenlerden. Hakkı tutup kaldırmayanlardan. Sakınıyorum hakkını ararken zalimleşenlerden. Gücü eline geçirdikten sonra acımasızca ezenlerden.